Merhabalar,
Nasılsınız canlar? Umarım herkes çok çok iyidir.Bizse... hayat dediğimiz şey daha çok çırpınmak malum.
Çırpınıyoruz.
Bugünümüze bin şükür. 🧡Bekletmeden... Sizleri bölüme alayım.
Keyifli okumalar... 🧡🌺
*
Bu,
Ağlarken kendi omzunu yurt edinmişlerin çığlığıdır.*
İçeriye girdiğinde, yorgunluktan sızlayan ayaklarını artık hissettmiyordu. Tarlaların başında durup çalışanları kontrol etmesini söylemişti babası. Yaşının küçüklüğüne rağmen boyunun uzunluğu ve yapılı bedeniyle daha büyük gösterdiğinden yaşının üzerinde işlere koşması şöyle dursun, çalışkanlığı da onu zorlamış,babasının verdiği görevi tastamam yapmak, ondan takdir görmek istediğinden sabahtan beri öğle yemeği haricinde durmamıştı. Babası sert adamdı. Mertti. Dürüsttü. Etrafında sevilen de biriydi. Bu sebeple ondan çekinirdi çekinmesine ama daha çok hissettiği şey saygıydı. Uzun boyunu ve yapılı bedenini babasından almıştı. Bununla da her zaman gururlanır, babası gibi omuzlarını kaldırıp dik dik yürümeye çalışırdı.Avludan içeriye girdiğinde, normalde olmayan kesif bir sessizlik karşıladı onu. Oysa şimdiye çoktan avludaki tandırda pişen ekmeklerin kokusunun etrafı sarmış olması gerekirdi. Annesi, erkenden kalkar, ekmeklik hamuru yoğurur, kız kardeşini doyurup işe koyulmuş olurdu.
Avludan içeri, dış kapıya adımladığında açık kapıdan dışarı süzülen sessizliği takip ederek girişteki mutfağa baktı. Annesi yoktu. Kız kardeşinin de sesi duyulmuyordu. Üstelik babası, yarım saat önce eve geleceğini söylemiş ve onu da beraberinde getirmek istemişti. Ancak o, babasının daha fazla gözüne girmek arzusundan biraz daha tarlalarda kalmak istemişti.
Bu arzunun, hayatını kurtardığını henüz bilmiyordu.
Güneş tepede, kızgın bir kum yığını gibi esmer tenini yakarken önce avluya girip tulumbadan alışkanlıkla su çekti, elini yüzünü ayağını yıkadı. Vaktin girdiğini düşünerek abdest aldı. On bir yaşın çocukluğunu inkar edercesine iri ve uzun olan bedenini esnetip ağrıyan kaslarını rahatlattı.
Tüm bunlar olurken yeni civciv çıkarmış kızıl tavuk, avluda yavrularıyla gıdaklayarak geziyordu. Başka da tek bir ses bile yoktu.
Şu vakte kadar annesi olmasa da üç yaşındaki kız kardeşinin çoktan fırlayıp dışarı çıkması ve bacaklarına dolanması lazımdı.
İnce sesiyle " Atem! Atem!" diye ciyaklaması ve ona tarlada neler gördüğünü sorması gerekiyordu. Merak içerisinde, yüzünden süzülen suları kıyafetinin koluna silerek evin açık kapısından içeri girdiğinde üç beş sinek vızıltısı duydu sadece.Günlük olarak kullandıkları odanın kapısı yarı açıktı. İttirirken, ahşap kapıdan tiz bir gıcırtı sesi geldi.
Sağ ayağını eşikten atmıştı ki ayağı, gördüğü manzara ile havada kaldı.Tüm bedeninin ürperdiğini, kanının vücudundan çekildiğini hissetti. Gölgeli yeşil gözleri irileşti, öylece kalakaldı.
O gün, hayatı hiç olmayacağı ölçüde tepetaklak olmuş, bir daha onarılmayacak yaralar almıştı.
İnsan, bir günde büyür müydü?
Büyümüştü.*
İçeride yoğun ve tatlı bir buğday kokusu vardı. Taş değirmenin içi restore edilse de çoğunlukla aslına uygun bırakılmış, modern ile geleneksel arası bir havada duruyordu. Büyük, ortasındaki oluktan buğday akan ahşap bir hazneden dökülen buğdaylar, altındaki sürekli dönen bir taş tarafından eziliyor ve bu taşın seri hareketleri buğdayları öğütürken yoğun bir sese sebep oluyordu.

YOU ARE READING
BÜLBÜL
Romance*avareyim,asudeyim,yorgunum bilmiyorum,neden sana vurgunum? -bir mahalle hikâyesi- 18/05/2023 " Dökme yüzünü." dedi. Yüzüne vuran kızıl ateşlere bakarken gözlerinde kararlı bir ifade vardı. Kurşuni bulutlar, karşıdaki binaların silüetlerin üzerine...