2. BÖLÜM: ZEYNA

20 4 6
                                    

Eylül 2014

Silah değildir acıtan.

Tutan kişidir.

Sonra sırtına binen yük anılardır, altında dayanamaz ezilirsin.

Güven de biter, güven de katledilir ama arkasında kan değil sahte anıları bırakır.

Kafamı önümdeki kağıttan kaldırdığımda öğretmenler masasında oturan Lale Hoca'yla göz göze geldim. Önündeki eşyaları toplamıştı. Masada oturmuş, beni izliyordu. Ben kafamı kaldırınca gülümsedi. "Ne yaptığına bakıyorum. Dalgındın derste." Değişmedi ifadem. Yerimden kalktım ve masadaki kağıdı elime aldım.

"Çok önemli değil" Kağıdı buruşturdum ve ayağa kalkıp çöp kutusuna attım kağıdı. Onun okumasını istemedim. Zaten yazmak dikkatimi dağıtıyordu. Dikkatimi dağıtıyorsa vazgeçmem gerekirdi, yoksa haddinden fazla düşünürdüm. Arkama doğru yaklaştı Lale Hoca. Çöp kutusuna elini soktu ve az önce düşünmeden attığım buruşturulmuş kağıdı çıkardı çöp kutusundan.

Sınıftan çıktı hiç tepki vermeden. Elindeki kağıtla. Sadece içimden geçeni yazdığım o kağıtla. Başıma iş açacağım kağıtla. Sınıfta kimse yoktu biliyordum ama emin olamamış gibi tekrar içeride gezindi gözlerim. Yoktu kimse. Yetişmem gerekiyordu.

Sınıfın kapısından çıktım ve koridora baktım. Boş koridorda sadece bir kişi yürüyordu. Bu Lale Hoca'ydı. Hızla öğretmenler odasına yürüyordu. Arkasından koşmaya başladım hızlıca. Bu kadar hızlı yürümemeliydi. "Hocam!" Kafasını elindeki telefonundan kaldırdı ve arkasına bana baktı. Yanına yaklaştım hiç düşünmeden, o kağıdı geri almalıydım. "Neden aldınız?"

Omzunu silkti. "Merakımdan" dedi ve elindeki kağıdı bana uzattı. "Önemliyse alabilirsin. Ama çöpe atacak kadar önemsiz geldiyse bende durmasında sakınca yoktur herhalde."

Elimi kağıdı geri almak için uzatacaktım ki tereddüt ettim bir an. Alırsam daha çok dikkat çekmez miydi? Eğer geri alırsam daha çok şüphelenirlerdi. Başım yeterince dertte değilmiş gibi kendimi bu kuyuya atamazdım. Almazsam gider çöpe atardı. Oturup okuyacak hali yok ya.

Elimi geri çektim ikilemde kalarak. Gülümsedi buna karşılık. "Bir ara yanıma uğra, dilekçe vereceğim. Ailene imzalatırsın." Donakaldım öylece. Konuşamadım. Olimpiyatlardan bahsediyordu. Söylememiştim girmek istemediğimi. Bu kadar güler yüzlü yaklaşırken reddetmem basit değildi ki. Cevap vermemi bekledi ama cevap vermedim. Garipsedi. Bir terslik olduğunu sezmişti. "Katılacaksın değil mi?"

Hadi bakalım. Gel de cevap ver buna.

"Hocam ben katılmasam olmaz mı?" dedim mahcup bir şekilde. Yüzü düştü bir anda. Bunu bekliyordum ama bu ani değişimi ile yanlış yaptığımı düşündüm kısa bir süre. Hayır yanlış değil. Başaramadığım işe girmem ki ben. "Hocam biliyorum önemli ama benden daha başarılı çıkacak birileri vardır." İç çekti. Dikkat çekmemeye çalışıyorduk, değil mi? Aferin böyle devam. Çek dikkatleri üstüne Hazal. Yeterince değilmiş gibi. Aferin.

"Güven biraz kendine Hazal. Güvenmezsen asıl o zaman yapamazsın." Kafamı eğdim utançla. Sadece yapamayacağımı düşünmek de değildi derdim. Çalışsam yapardım, yapamayacağım iş yoktu ki. Ama engeller vardı. Başarı ile benim aramda değil, mutluluk ve benim aramda. Dudaklarımı birbirine bastırdım konuşmamak için. İçimden çok şey geçti. Ama konuşamadım.

Yüzünde sıcak bir gülümseme vardı Lale Hoca'nın. Yanağımı okşadı ve benim de gülmeme sebep oldu. "Attığın adımlar sağlamsa yürüdüğün yoldan korkma." Babamın silüeti canlandı gözümün önünde. Birisi olmak istiyorsan önce kim olduğunu bileceksin, benliğinden haberdar olmazsan yürüyemezsin derdi babam. Babam kim olduğunu herkesten çok daha iyi biliyordu. Ama babamın yürüdüğü yol kimsenin hayalindeki kadar uzun olmamıştı. "Hadi git bakalım. Ama kalıyor bu bende. İlk fırsatta okuyacağım. Anlaştık mı?"

KUKLACIWhere stories live. Discover now