11- Zeytin

181 22 33
                                    


ب ح ص ☀️

İmtihan, kök anlamıyla sınanan insana verilen tesellinin aslıymış esas. İmtihana tabii olmakta her insanın harcı değilmiş. Dikkat edin, 'her insan imtihan edilmez'' demiyorum. 'Ona layık olmaya her yürek yetmez' diyorum. Allah'tan gelene amenna demek dilin işi olduğunda kolay, gönlün işi olduğunda zor diyorum. İmtihanı verenle, sonuca erdirenin aynı olduğunu bil, bollukta şükür ettiğini, yoklukta da an diyorum. Sen an, her şeyi ondan bil, o sana bir tesbihatının bedeliyle sonsuz cennet vaat edendir diyorum. Ha' birde, imtihanı verenin; akıl ve iradeyi verdiğini de unutma. Her başına gelenin yaşaman için değil, o an hayatında olmayanın ilerde karşına çıkmayacağını da sanma diyorum.. Ah şu yüceler yücesi Mevlam, sürprizlerine aciz aklım ermezken, bazen hangisi imtihandır seçemiyorum ya işte, o zamanlar yolum şaşar, gözlerim farklı bakar diyedir benim bu korkum, yoksa boynumu kıldan ince etmeyi bi' senin karşında seviyorum ya, işte bunda içtenim..

Şükür namazına münakip yatsı namazı da İmam Efendinin önderliğinde bittiğinde, Melike ister istemez namaz boyuncada düşüncelerin zindanına esir olmuştu ama bu sefer daha huzur doluydu anlar. Yer yer yıpranmış seccadeyi serdiği andan itibaren dünya omuzlarından dökülmüş, ayakları altında ezilmişti. Rabbini düşündü bol bol. Her ayetin manasını yaşadı. Tevafuk bu ya; vitir namazında İmam İnşirah okumuş, öyle bitirmişti o günü. Sanki bu kıldığı namaz 22 yıllık hayatını anlatmıştı. Sünnete Allahuekber dediğinde acizdi, yolunu kaybetmiş.. Farzı kılarken yeni bir ışık yanmış, alt katta ellerini karnının üzerinde birleştiren esmer adama bakıvermişti. Son sünnette gerekene kal, lüzumsuza git demişti Melike. Vitre gelincede 'Her zorlukla beraber bir kolaylık vardır' demiş, yaslandığı duvarında öyle çekmişti tesbihlerini..

Camiiden çıkan iki genç kız, güzel Mardin'in akşam havasını solurken, el ele tutuşmuş yavaş yavaş, tadını çıkarta çıkarta avlunun çıkışına ilerliyorlardı.

''Ablası Melike'ye dondurma ısmarlamaz mı şimdi be!''

''Tulumbada almazsan hatırım kalır yalnız~''

Gül, Melike'nin yanağını sıkıştırırken kıkırdamıştı.

''Senin tatlıya mı ihtiyacın var kı-''

''Öhm öhm-''

Arkalarından duydukları öksürük sesiyle oldukları yerde yavaşlamışlardı. Gül; erkek sesini üzerine alınmadan devam edecekken, Melike mıhlanmış gibiydi. Tanımıştı bu tınıyı.

''Hocalar, bu saate tek kalmayın. Gül Hoca müsaaden olursa eşlik edebilirim size.''

Zeyd, görevden döner dönmez Karabayırın sokaklarını talan etmişti. Birini aramıştı sanki gözleri, gitmeden gönlüne akan sıcaklığın kaynağına bakındı, burnu sızlamıştı. Suriye sınırının kaçak baronlarında hazırlık yapıp Afganistan'dan gelen uyuşturucu yüklü silahları patlatırken gururla dikilen omuzları, zemine sem-sert basan yeşil postalının içindeki ayakları, acımasızlıkla keskinleşen sağı yeşil, solu kahverengi gözleri ve bir süre için sadece kan pompalamaya yarayan kalbi de dahil olmak üzere tüm varlığıyla aradığını camii'de bulmuştu.

Zeyd Saruhan'ın komutanlığındaki Zülfikar Timi Camii'ye şükür namazına gelmeden hemen önce Zeyd sokaklara bakmış, medresenin kapısından şöyle bir geçmiş, su yolundaki çarşıya bile uğramıştı. Ancak sanki helallik aldığı geceden sonra papatya solmuş, o yok olmuştu. Ne bekliyordun ki? dedi ardından kendi kendine. Bi' papatya çayı aldın diye yollarını mı gözleyecekti yoksa..

Sonra Gül Hoca'nın medreseden çıktığını gördüğünde içindeki heyecanla onu takip etmiş, camii'nin dışında top oynayan bir çocuğun ''İçeride bir abla var. İmam içeriye bir süre kimseyi alma dedi asker ağabey' sözleriyle, çıkmasını beklemişti.

Papatya ÇayıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin