Zaman Düz Bir Çizgide İlerlemez

180 6 3
                                    

Bu dünya için kötü bir şaka olduğum ben doğmadan çok önce belli olmuştu. İnsanın üzerinde güldüğü için garip bir suçluluk duygusu veya kendini küçümseme bırakacak türde bir şaka üstelik, tabii gülmekten sahiden ölmezseniz. İlk kötü sürprizimi doğmadan önce anne ve babama yapmış olmalıyım. Annem, hamileliğinin altıncı ayında ani bir kararla cinsiyetimi öğrenmeyi doğum sonrasına ertelemekten vazgeçmişti. O gün kontrolden eve gelip kanepede pür dikkat bir haber kanalının reklam arasını izleyen babama bir kız çocukları olacağını söylediğinde babamın yüzündeki hayal kırıklığını, ikisinin de birbirlerine bakıp yüzlerini nasıl da ekşittiklerini gözümde canlandırabiliyorum. Yanlış anlaşılmasın, ebeveynlerimi kadın düşmanı olmakla suçlamıyorum. Soyu devam ettirecek bir varis aradıkları falan da yoktu, zira bizim soyumuzun varislerine kala kala ödenmemiş borçlar ve aile içi husumetler kalırdı. Onlar, o iki genç insan bir hayali paylaşmış ve tüm hazırlıklarını da paylaştıkları bu hayale uygun yapmışlardı. Zıbınlar, ilk oyuncaklar, duvar süsleri, mobilyalar... İş hayatına henüz atılmış olduklarından tüm bunlar büyük masraftı doğrusu. Babam haberi aldığında kısa bir an için anneme bakmış, daha sonra tekrar televizyona dönmüştü. Şimdi yayında kanalın bir dakikalık ekoloji VTR'si dönüyor, Sahra Çölü'ndeki gündüz ve gece sıcaklık farklarından bahsediyordu.

"Sahra, güzel bir isim olmaz mı?"

Sizce de çok komik değil mi? Varoluşumun bu denli rastgele oluşu beni her daim güldürmüştür. O günden tam 22 yıl sonra tıklım tıkış bir metronun reklam ekranından izlediğim kuraklık belgeseli bana nedense bir anda bu hikayeyi hatırlatmış, üzerime çöken bu mayhoş nostalji duygusu içimi kaldırmıştı. Gerçi açlık ve metronun sidikle karışık ter kokusu da olabilirdi midemi bu kadar altüst eden. Durağa geldiğimde kalabalığı yararak kendimi dışarı attım ve hızlı adımlarla yeryüzüne tırmanmaya başladım. Üç yürüyen merdivenden sonra tamamen tükenmiştim. Siyah, düz saçlarım saman gibi birbirine ve yüzüme yapışmış, yanaklarım al al olmuştu. Son zamanlarda en iyi formumda olduğum söylenemezdi. İtiraf etmek gerekirse yürüyen merdivenleri tırmanmayı bile spordan sayar olmuştum. İstiklal Caddesi'nin kalabalığına hiç karışmadan kendimi Meşrutiyet Caddesi'nin serinliğine ve görece sakinliğine bıraktım. Yalnızca birkaç dakika sonra Ahsen'in çalıştığı kafe kadrajımdaydı. Ahsen tarihi bir binanın giriş katında olan kafenin kapı eşiğine yaslanmış, dalgın bir şekilde sigarasını tüttürüyordu. İçeride yine pek müşteri olmasa gerekti. Sarı, kıvırcık saçlarını öyle sımsıkı bir topuza hapsetmişti ki, kaşları hafifçe yukarı kalkık duruyordu. Beni gördüğünde sanki gelişimi beklemiyormuş gibi kocaman gülümsedi ve sigarasını ızgaraya doğru fırlatıp bana sarıldı.

"Sıkıntıdan ölmek üzereyim. Resmen para karşılığında rehin tutuluyorum!"

O, Kapital'de de benzeri bir ifade geçtiğini iddia etmeden içeri girdim ve kendini bile güçlükle soğutan klimanın önündeki masaya oturdum. Patronları olacak iblis bina kadar eski klimayı tamir ettirmeye de, süpermarket indiriminden dandik bir pervane almaya da yanaşmadığından günün bu saatlerinde kafe sinek avlıyordu. Ahsen'in neden burada çalışmakta ısrar ettiğini bir gün olsun anlayamamıştım doğrusu. Ailesinin durumu o kadar iyiydi ki, aynı şehirde olmalarına rağmen birlikte kaldığımız evin tüm kirasını karşılıyorlardı. En azından faturaları benim ödemem gerektiğine onları ve Ahsen'i oldukça zor ikna etmiştim. Aslında arada sırada, yani kargocular kapımıza dünyanın en saçma alışveriş çılgınlıklarıyla dayandığında tüm bu ısrarı için 19 yaşındaki kendimi tokatlamak istiyordum. "Yarım saate kapanışa geçerim. Marketten alınacakların bir listesini yaptım. " dedi karşıma oturup yelpazesini sallayarak. Bu akşam okuldan arkadaşımız Serkan'ın öğrenci değişim programına kabul edilmesini kutlayacaktık. Aslında Serkan kendisine hibe çıkmadığından yurt dışına adımını bile atma ihtimalinin imkansıza yakın olduğunu söyleyerek kutlamaya gerek olmadığı konusunda ısrarcı olmuştu. Yine de Ahsen planı bir kere kafasında oturtmuştu. Muhtemelen yalnızca eğlencenin kafasını ne kadar dağıtacağıyla ilgileniyordu. Böyle söylemem şimdilik size garip gelebilir, ama Ahsen'i ilk tanıdığım andan itibaren beni onunla arkadaş olmaya iten, hatta daha doğrusu onun en yakın arkadaşı olmaya karar vermemi sağlayan da onun bu özelliği olmuştu. Ahsen etrafındaki her şeyi, tüm ilişkilerini kendisinden yola çıkarak değerlendiriyordu. Bir şeylerin onun hayatına ne kadar katkı sağladığı, insanların onu hayatlarının ne kadar merkezinde tuttuğuydu önemli olan. Onunla dertleşerek geçirdiğiniz koca bir akşam boyunca sizi dikkatlice dinlediğine şüpheniz olmazdı; ama anlattığınız her şeyi zihninde kendi hayatıyla eşleştirir, sokulan bir laf veya altta yatan bir art niyet var mı diye tartar ve eğer sevdiği biriyseniz belki de kıssadan biraz hisse çıkartarak size kendi kutsal yaşamından öğütler vermeye geçerdi. Kulağa korkunç geldiğinin farkındayım, ama benim durumumda eğer okul panosuna bir arkadaşlık ilanı bırakacak olsaydım bu Ahsen'in mütevazi bir biyografisi olurdu.

Aşk, Para ve Diğer Ölümcül SilahlarWhere stories live. Discover now