2

95 22 26
                                    

Seungmin tanıştığımız ilk gün aslında onun benim tipi olmadığını söylerken haklıydı. Haklı olmamasını dilemiştim. Tanıdıkça daha tuhaf geliyordu. Elbette bir başkası için bambaşka biri olabileceğinden emindim ama benim için artık o tapılası adam değildi. Artık ilgimi çekmiyordu.

Birçok sebebi olabilirdi: Belki kafamda abartmış ve beklentilerimle uyuşmadığını görmüştüm. Ya da seviştiğimizde kimyamız örtüşmemişti. Belki de Jeongin, bana benzediği için Seungmin'den daha çekiciydi ve Seungmin ringin dışında kalmıştı.

Uyum, bir baş belasıdır. Kendi çevremizden, bizimle fikirleri örtüşen; bizden farklı görünse de başta statü ve görüş olmak üzere faktörlerin benzeştiği kişilerle beraber oluruz. Seungmin farklıydı. Sessizdi. Bir amacı var gibi durmuyordu. Kayıp da değildi ama sanki yastaydı. Yaşamak zorunda olduğu için, bir melek ancak başka bir melek tarafından öldürülebildiği ve o da sağ kaldığı için yaşıyordu ama Jeongin ondan katbekat farklı, benimle benzerdi. Biz, sadece yaşıyorduk. Yine amaçsızca ama her an ölmekten korkarak.

Özellikle bu son olanlar. Kimisi melek olduğuma inanırken kimisi siktirip gitmemi bekliyordu. Daha fazla durmak istemedim ben de. Çöplüğüme geri döndüm. Jeongin de benimle beraber geldi. Kalmasını istemişlerdi ama merkezdeki apartman dairesinin buradan çok daha havalı olduğunu, ayrıca bana göz kulak olması gerektiğini söylemişti. Sanırım onlardan büyük olduğundan sözü geçmişti. Bense işte, başka bir gecekulübünde çalışmaya başlamıştım. Jeongin'in dairesinde yaşıyordum.

Onun için sorun gibi gözükmüyordu. Bana yürüdüğünü düşünmezsek ona rahatsızlık verip vermediğimi bilmem gerekirdi. Ben de gündüzleri yalnızca sesizce uyuyor, geceleri iş için çıkıyordum. Birkaç hafta içinde olaylar unutuldu. Seungmin'i bir daha göremeyeceğimden emin olmak üzereydim.

"Sence gitmeli miyim?"

Loft daireydi. İçeride pek eşya yoktu. Gün içinde Jeongin'in bu sade, sıradan dairede ne yaptığına dair en ufak bir fikrim bile yoktu ama bazen televizyon izliyordu. O an olduğu gibi.

Bense aşağı inmiş, bir şeyler yemek için mutfağa gitmiştim. Bu adamlar pek yemek yemiyordu. Bir bakıma insan vücuduna sahip olmalarına rağmen ağaç kabuğu kemirseler ihtiyaçlarını karşılayacak gibiydiler. Ben gelene kadar buz dolabında sadece atıştırmalık meyveler vardı. Dünden kalan pizza dilimini ayakta yuttum.

"İyi bir ev arkadaşısın. Kalmalısın."

"Bana aşık mı oluyorsun?"

"Belam olurdu. Melek değilsen benim için sıkıntı. Meleksen zaten beraber olamayız. Muhtemelen biriyle çoktan berabersindir."

Mantık olarak ben uyurken Jeongin'in ruhumu hissetmesi lazımdı ama olmamıştı. Bana artık bu canlıların insanlardan farklı bedenlerle dünyaya geldiklerinden beden ile ruh arasında bağa gerek duymadıklarını, ruhsam zaten ruh olacağımı söylemişti. Benimle ilgili ciddi sorunlar vardı. Yoksa da buradan gitmek, onu bırakmak istemiyordum. Aradaki çekip hoşuma gidiyordu. Onca yaşına rağmen yeni yetme bir çocuk gibi gözlerini sürekli kaçırarak beni izlemesi, başımı uzatsam öpecek olması hoşuma gidiyordu.

Belki de bunu yapmalıydım. İnsansam acı çeken o olurdu. Ben değil.

Ellerimi yıkayıp mutfaktan çıktım ve salona, yanına gittim. Hazırlanıyordu.

"Bir yere mi gidiyorsun?"

"Bizimkilerle buluşmaya."

Bir an Seungmin'i sormak istedim. Eldivenlerini takarken ona yaklaştım. Yalnızca birbirmizin yüzünü inceliyorduk. Gözleri gözlerimdeyken yutkundu. Aşağı indi. Ben de dudaklarımı yaklaştırdım. Minik bir öpücük.

sahra'yı yiyen tilki 2minWhere stories live. Discover now