5

58 14 26
                                    

Acıyordu. Bedenim ve kabuğumun içi. Kulaklarım çınlıyor, gözlerimi fısıltılar örtüyordu. Suyun üzerindeydim ancak hiçbir damla yaralarımı soğutamıyordu. Derim yanıyor, ruhum yarılıyordu.

Gögsümde hissediyordum olanları. Boynumda keskin bir kılıç, derimi yaran acısı ve etrafa saçılan tüylerim... Bir bedenim yoktu. Acıyan şey, insan bedenim değildi.

Yaşamak istemediğimi hatırlıyorum. Sızın yalnızca fiziksel olmadığını da. Yastaydım. Yanımda ölüm vardı. Tanıdıklarımın kokusu vardı yağmurla beraber. Gökten düşmüş ve kayalara çakılmıştım.

"Öldür hadi beni. Herkes gitti zaten."

Kan, ışıltı ve yağmur. Tepemizde gelinin duvağı gibi bulutlar. Yaşamamın en tatlı anıydı çünkü uğraştığım bir hayatın sonunda tattığım en halis duyguydu bu yas. Muhteşem bir yaratık hatırlıyorum. Kutsallığın gözleri. Yüzlerce. İnsanın aciz simetrisinin katbekat üstünde, kusursuz başka bir simetri. Dipdibe dizilmiş belki de yüzlerce göz. Ahenkle titiriyor. Kırpılmıyorlar.

"Yapamam."

Kılıç boynumdan koptu. Kan revan içindeydim. Kulaklarımdaki çınlamalar devam etti. Yağmur damlalarının sesi yükseldikçe yok oldu.

Sırtım kayalıklarda, hafifçe akan suyun üzerindeydi. Sönmüş dere yatağındaydım. Onunla beraberdim. Güneş doğuyordu. Asırlardır ilk defa güneşin doğuşunu görüyordum ben. O an hatırlayamadım ama en son, kılıç boynumdan çekildiğinde bir karanlıkta kalmış ve çıkamamıştım. Şimdi yeni bir kapının ardındaydım.

Göğsümdeki acının ruhani olduğunu biliyordum ama bedenen de destekleniyordu. Gözlerimi açmaya çalışken üst vücudumu kastığımda anladım. Göğsümün ortasından bir hançer geçiyordu. Seungmin'in vücudunu geçmiş ve benimkine saplanmıştı ve belki de Seungmin, şu an üzerimde ölü bir şekilde yatıyordu.

Olamazdı. O bir melekti. Bu şekilde ölmemeliydi. Normalde nabzı atıyor muydu? Evet. Boynu sıcak olurdu en azından.

Elimi yavaşça kaldırarak boynuna götürdüm. Soğuktu. Ben yaşıyorsam o da yaşamalıydı.

Gözlerimi çeviremiyordum bile. Gözümden bir yaş bile düşemiyordu. Panik olmam, yardım için bu ıssız ve ıslak arazinin ortasında bağırmam gerekiyordu ama ben huzurlu hissediyordum. Yasın huzurundaydım hala. Mutsuzdum ama alışılmışlık vardı. Seungmin'le ilk kez ölüm döşeğinde değildim.

Elimi kaldırıp kafasına yerleştirdim. Gücüm yoktu. Yalnızca boynumu hafifçe oynatabilmiştim. Yukarı, tek bir tonun dahi olmadığı soğuk gökyüzüne baktım.

"Kalkmamız gerek, Seungmin."

Ağzımda kan tadı vardı. Aletin sivri ucu içeride bir yerlerde aciz bedenime zarar veriyordu. Kasıldım. Kan ağzımdan akmaya devam etti. Boynuma doğru süzülüp suya karıştı.

"Hadi, kalk artık."

Yüzü omzumdaydı. Burnu derime sürtündü. Vücudu hafifçe kabustan uyanmaya gayret edercesine kasıldı birkaç kez. Gözlerini açmadan, bilinçsizce üzerimden kalktı. Kalkarken içimdekini kendiyle beraber çekti. Bağırdım. Gözlerini hala açamamıştı. Transta gibiydi. Bacaklarımda oturuyordu. Çenesi eğilmiş, ıslak saçları önüne düşmüştü. Nefes almaya devam etmeliydim.

Aniden kendine geldi. Yaramı kapamaya çalıştı. İçindeki şeytan hançerini çıkarıp taşların üzerine savurdu. Ölmeyeceğimi biliyordum ancak çok fazla acı çekiyordum. Sessizce bir şeyler yapması için yalvardım. Seungmin her şeyi bilirdi. Beni nasıl tedavi edeceğinj de biliyordu. Önce kanamayı durdurdu. Damarlarımda daha fazla dökebileceğim kanın kaldığını zaten zannetmiyordum. Bilincim kapanmak üzereydi. Kıyıya çıktık. Uzun bir süre orada, çamurun içinde yattım. Seungmin eliyle bir ateş yaktı. Zihni başka yerlerde gibiydi. Şu an Jeongin'i bulmalı ve diğerlerine haber göndermeliydik.

sahra'yı yiyen tilki 2minWhere stories live. Discover now