3

85 20 40
                                    

Melekler kadar yaşamış ve görmemiştim ama şimdiye dek tek bir zerresinden bile zevk almadığımsan bitirmek istiyordum hayatımı. İki aşama vardı: Yaşamın anlamının olmadığını fark etmek ve ona bir amaç adamak. İkinciyi yapamadım.

Hakkıyla aşık olmadım. Bir şeyleri kaybetme korkusu duymadım. Canıma önem vermedim. Her yeni bir günde bir şeylerin daha farklı olmasını, öyle olmayacağını bilip de dileyerek uyandım ama geçmişimde bir anı biriktiremedim. Zevkle hatırladığım hiçbir şey yoktu. Hele Seungmin'e baktığımda... Sadece hüznü görüyordum.

Aptal değilim. Onunla benim hatırlamadığım bir şeyler yaşanmıştı. Hatta bu yüzden, bir şeyleri telafi etmek için beni korumaya çalışıyordu. Gerçeği öğrenmek istediğimi biliyordu. Öğrenirsem kötü şeylerin olacağını da. Yine de teklifimi kabul etmişti. İkimizin de kim olduğunu öğrenecektim.

Şehri terk etmek üzere o, ben ve Jeongin yola çıktık. Diğerlerini geride bırakmıştık. Hala bir motorsikletim yoktu. Bu yüzden Kahire'de bakım yapmak üzere mola verdiğimizde Seungmin ve Jeongin parçaların gizlice sökülüo çalınmasına karşın başlarında dururken ben sessizce tamirhanenin ilerisinde minik bir içecek barının dışına atılmış bir iskemlede tüttürüyordum. Etraf toz duman içindeydi. Hava serindi. Güneş doğupla doğmamak arasındaydı hep bu şehirde. Eskiden öyle değilmiş. Efsaneler. Şu işlemeli alüminyum bardaktan içtiğim şarabın tadı da farklıymış. Her şeyin tadının farklı olduğu gibi.

"Aç mısın?"

Seungmin'in her yanı bağlı çizmeleri, toz toprak içinde kaba sesler çıkararak yarım metre ötemde durdu. Kafamı kaldırdım. Esen bir meltem ikinizinde kaküllerini ittirdi. Denize yakındık. Epey sessizdi şehir. İnsanlar konuşmuyor, aceleleri olduğu halde acele etmeden hareket ediyor gibi halleriyle yüzlerini gizleyerek geçip gidiyorlardı. Seungmin eldivenlerini çıkarıp cebine sıkıştırdı.

"Ben de acıktım," dedi. Rutinlerini çözememiştim. Kimi zaman dünyalar dolusu yemek yiyor, kimi günler hiç beslenmiyorlardı. Beni mi düşünmüştü yoksa gerçekten de aç mıydı? Peki, ben neden onun beni düşündüğünü düşünmüştüm?

"Açım."

"Izgara yiyebiliriz."

"Sanırım ne istediğimi sormayacaksın."

Tam da arkasını dönecekti. Kafası yeniden bana çevrildi. Yüzündeki ciddi ifadeye bir alay bulaştı. Kaşlarını kaldırarak "Ne istersin prenses?" diye sordu. Keşke ona prensesi gösterebilseydim.

Ayağa kalktım. Kesinlikle takmadan devam edecektim yanından geçip ama bir anda omzuna dokunmak istedim. Aldırış etmedi. Suratına eğildim. "Izgara isterim. Sen?"

Gözlerini devirdi. "Çok fazla uzaklaşmayalım. O makinelerden bir parça eksilirse burada yaşayan adam bırakmam. Ama yaşayan adam bırakmazsam parçayı bulamam."

"Peki."

Seungmin hakkında birkaç gün öncesine kadar sahip olduğum fikirler ve ona karşı tavrım değişmişti. Başta onu çok önemsemiyordum. Seviştikten sonra yani. Sonra şu geçmiş olayı ortaya çıktı. Onun hakkında beni rahatsız eden çok şey vardı. Beni asıl öfkelendiren şey ise bir anda suratını yumruklamak isterken aniden ortaya çıkan yumuşama hissiydi. Bazen ona uzun uzun bakasım geliyordu. Gözleri bana bir şeyleri hatırlatıyordu. Hisleri. Var oluşun bir evresini.

Tepki olarak ise yalnızca onunla konuşmamayı ya da onu sinir etmeyi seçiyordum. Başka bir ihtimal yoktu. O da benimle samimi olmaya çalışmıyordu.

Birlikte yan yana devsm ettik. Sonunda kafasını çevirip omzundaki elime bakınca elimi çekmek zorunds kaldım. Çekmeseydim belki daha iyi olabilirdi. Neden bilmiyordum. İçeri girip Jeongin'i aldık.

sahra'yı yiyen tilki 2minWhere stories live. Discover now