Gece Savaşçısı

158 14 8
                                    

Kaleden çıktıktan sonra karmaşık duygular içerisindeydim. Bir yanım Herobrine'ı alt edebileceğimi düşünürken bir yanım bunu asla yapamayacağımı söylüyordu. Kaşlarım çatık bir hâlde evime yürümeye başladım. Hava kararıyordu, canavarlar ortaya çıkmadan önce eve varmam ve gerekli teçhizatımı almam gerekiyordu. Bu sayede insanlar huzur içinde uyurken onlar için savaşabilirdim. Hem bana prova da olurdu, sonuçta tüm bu yaratıkları bize Herobrine manyağı yolluyordu. Yolda yürürken birkaç insana denk geldim ve onları da evlerine yolladım. Gökyüzünde garip bir bulutlanma vardı. "Yağmur yağacak herhalde." Diye düşündüm. Karanlık iyice bastırmaya başlayınca hızlandım. Evime girip silahlarımı sakladığım depoya doğru yürüdüm. Üstümde garip bir his vardı. Herobrine'la ciddi ciddi karşılaşmıştım. Ama neye benzediğini görememiştim. Onun yüzünü çok merak ediyordum. Zamanında ormanda karşılaştığım çatlak bir cadı bana "O, büyük şeytan Herobrine, öyle ürkünç görünür ki... Keskin dişleri, kocaman pençeleri, dikenli kanatları, ve uzun boyuyla insanlara korku salar. Ama en korkunç yeri... Onun gözleridir. Onun gözlerine bakan kimse şimdi yaşamıyor." Demişti. Herobrine'ın iğrenç, boynuzlu ve çirkin aptal bir dev gibi gözüktüğünü düşünmüştüm hep. Ama duyduğum ses kafamdaki bu imaja hiç uymuyordu. Artık onun nasıl göründüğünü bile tahmin edemiyordum. Bazı rivayetlere göre şekil bile değiştirebiliyordu bu şeytan. Ona olan korkum azalacağı yerde gittikçe artıyordu.

Kafamı iki yana sallayıp hayal dünyamdan çıkmaya çalıştım. Kılıcımın kabzasını sıkıca kavrayarak evin terasına çıktım. Aşağıya bir baktım. Evet, onlarca hatta yüzlerce canavar aşağıda dolanıyordu. Hepsini öldürmek benim için asla zor değildi. Bunu yapardım, hem de her gece. Ama bugün... Sanki adım attığım an bayılacak gibi hissediyordum. "Kendine gel Steve!" Diye kızdım kendime. Ve her zamanki mesaim başlamış oldu. Dev örümcekler, pis zombiler, iskelet okçular, patlayıcı creeperlar, her an ışınlanabilen endermanler... Bu uzun gecenin koruyucusu bendim. Ben böyle yetiştirilmiştim, bir savaşçı olarak. Acımasız, zeki, çevik bir özgürlük savaşçısı olarak. Bütün bu katil canavarları üstümüze yollayan şeytanı öldürebilecek savaşçı da bendim. Güçlü, kararlı ve cesurdum. Kendimden neden şüphe ediyordum ki? Eğer bugün Herobrine bana kendini gösterseydi ölmüş olacaktı. Tıpkı bu zombilere yaptığım gibi iğrenç boynuna kılıcımı saplayacak, kafasını bedeninden ayıracaktım. Elbet bir gün yeniden karşılaşacaktık ve o gün onun işini bitirecektim. Evet, avcılık belki de sandığım kadar aptalca değildir.

"Bu lanet olasıların sonu gelmiyor sanki. Bugün ayrı bir fazlalar." Diye düşündüm. Kestiğim her bir yaratık yerine üç tane daha geliyor gibiydi. Onları öldürürken karşımda Herobrine varmış gibi düşündüm. "Salak piyonlar." Dedim kendi kendime. Herobrine'a asla faydası olmayan, bana kurban olmaktan fazla bir işe yaramayan birkaç piyondan fazlası değildi bu canavarlar. "Eminim Herobrine da böyle kirli bir yeşil deriye sahiptir." Dedim demir kılıçlı bir zombiyi keserken. "Ve böyle komik dişleri de vardır..." Diye düşündüm birkaç dişi yerinden kopmuş bir iskeleti nakavt ederken. Adrenalin damarlarımdan akıyordu. "ÇİRKİN BİR UCUBEDEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLSİN HEROBRINE!" Diye bağırdım. Onu çıplak ellerimle boğmak istiyordum. Etrafıma bakınca geriye sadece okçu bir iskelet kaldığını gördüm. Şehirden uzaklaşıyor, Kara Orman'a doğru gidiyordu. Onun peşine takıldım, ormanın derinliklerine daldık. Tam o anda bu iskelet hakkında bir şeylerin tuhaf ve şüpheli olduğunu hissettim. Açıklık bir alana varmıştık, hislerimi dinlemeli ve geri dönmeliydim. Ama... Ama bunun için çok geç kalmıştım.

"Sen bana aitsin..." (Herobrine X Steve)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin