1. Kuşak Çatışması

101 5 2
                                    

Mitlerin tozlu sayfalar arasına hapsolduğu, efsanelerin anlatılmaya anlatılmaya unutulduğu, sihrin toprağın derinliklerine gömüldüğü bir yüzyıldı. Londra'nın her zamanki gibi yağmurlu ve gri bir sonbahar sabahında takvim yaprakları 2013 yılının Kasım ayını gösteriyordu. Kepenklerini kaldıran dükkanlar, başları telefonlarına gömülmüş vaziyette işlerine giden insanlar bihaberdi, fakat sihir ne kadar derinlere çekilmiş olursa olsun o gün tohumlarını yeniden büyütüyor, beton kaldırım taşları arasındaki çatlaklardan yüzeye çıkmanın fırsatını kolluyordu. James, gün henüz ışımadan çıktığı sabah koşusunu sonlandırmak üzereydi. Terinin üzerinde soğumasından kaçınmak istese de sokaklarının başındaki fırının önüne yaklaşırken yavaşladı ve mavi gözleri vitrindeki raflarda boy boy dizili pişkin ekmeklerin arkasında fırıncının kızı Claire'in gözlerini aradı. "Günaydın, James." dedi Claire, cam kapıyla arasında duran James'e. Soğuktan ve geç kaldığı için iki blok boyunca koşmaktan yanakları al al olmuştu. "Claire!" dedi James, sesinde hazırlıksız yakalanmanın heyecanı vardı. Sarı saçlarının terden ve rüzgardan darmadağın olduğunu vitrin camındaki yansımasına bakmadan biliyor ve günün her saati, en azından James için, böylesi güzel gözüken bu genç kadının karşısında bu halde dikilmek ona sıkıntı veriyordu. "Bu akşam 6'da çıkıyorum." derken Claire'in eli kapıya uzanmıştı,

"Tabii önce işe bir yerden başlamam gerekiyor."

James, kendi aptallığına gülerek Claire'e yol verdi ve başını salladı, "6'da burada olurum."

Lise yıllarından beri umutsuzca karşılıksız bir ilgi beslediği Claire Bishop, buna benzer bir sabahta James'in ilgisine karşılık vermeye karar vermişti ve o akşam ilk kez birlikte yemek yemek üzere sözleşmişlerdi. Bu, kredi borcu ve başarısız iş başvurularının yanında 23 yaşının James'e getirdiği en büyük sürprizdi. En azından o, böyle olduğunu sanıyordu.

Evinin kapısından içeri girdiğinde her sabah yaptığı gibi dar koridoru geçip kendini doğruca banyoya atmaya niyetlenmişti ki babasının üst kattan gelen sesini duydu. Ronald Allegnon'ın sabahın bu saatinde bir misafiri olması imkansızdı, ama onun gibi teknolojiyle her daim kavgalı bir adamın telefonda çene çalması kadar da değildi.

"Endişelerimi mazur görmelisin. Ona durumu kendim açıklamamın en iyisi olacağı konusunda hala ısrarcıyım."

Sessizce merdivenleri iki adım tırmandı ve babasının söylediklerine kulak kabarttı. Neden bilmiyordu, ama kendisi hakkında konuşulduğuna dair bir hisse kapılmıştı. Babasının yakasına bir süredir yapışan kuru öksürüğün altında bir hastalık yatabileceğinden şüphelense de onu bir türlü doktora gitmeye ikna edememişti ve belki de bahsedilen durum bununla alakalıydı. Ne var ki, varlığı hissedilmiş gibi bir sessizlik oluştu.

"James, sen mi geldin?"

James, onu dinlediği izlenimine kapılmaması için merdivenleri paldır küldür çıktı.

"Benim. Sanırım telefondaydın, bölmek istemedim."

Ronald salonun perdeleri kapalı vaziyette, okuma lambasının ışığında oturuyordu. Yarı karanlık odada babasının yüz ifadesini de, oturduğu yemek masasında önünde duranları da fark edemeyen James içgüdüsel olarak perdelere yöneldi. "Bugün günlerden perşembe." dedi babası,

"Beni neden uyandırmadın?"

Neredeyse doğru dürüst cümle kurmayı öğrendiğinden beri Ronald, James'le iki günde bir kılıç ve yakın dövüş antrenmanı yapıyordu. Ronald'ın deyimiyle lise yıllarındaki "asi" dönemlerinde - James'e göreyse kendi ilgi alanlarını keşfetmeye çalıştığı dönemlerdi bu- kopan kavgalara rağmen antrenmanlar bir kez olsun aksamamış, James'in aksatma yönündeki tüm çabaları babası tarafından daha fazla zorlanması ve dövüş adı altında temiz dayaklar yemesiyle sonuçlanmıştı. Bazı konularda şaşırtıcı derecede tutucu olsa da James, babasının kötü bir ebeveyn olduğunu düşünmüyordu. Sevgisinden ve ilgisinden bir gün olsun şüphe duymamış ve onun kadar güvendiği kimseyi bulamamıştı. Yine de o an, babasının bakışlarındaki ifadeyi oldukça yabancı buluyordu.

Unutulacak Bir HikayeWhere stories live. Discover now