Gözleri daha önce hiç görmediği kadar parlak görünen güneş ışıklarından tam olarak açılmıyordu. Bahçeye açılan koridorda yankılanan minik ayak sesleri, kuş cıvıltılarıyla maskelenmişti. Işıktan kısılmış gözleri, duyduğu neşe dolu kahkahalar ile aniden açıldı. Adımlarını hızlandırarak büyük bahçeye vardığında, etrafta koşuşturan, her zamanki pastel pembe elbisesini giymiş ablasını gördü.
Yıllardır artan özlem ve suçluluk hissi, birden yerini hüzünle kalbini sıkıştıracak kadar sıcak bir sevgiye bırakmıştı. Gözleri, sonunda kavuşmanın verdiği mutluluktan mı yoksa güneşin tam da üstlerine değmesinden mi bilinmez, yaşlarla dolmuştu. Havada, ciğerlerini doldurmaktan kendini alıkoyamadığı, çocukluk evlerinde değil de gül ve lavantaların ekili olduğu kocaman bir çiçek bahçesini andıran bir koku vardı.
Ablası, küçük kardeşini kolundan yakalayıp etrafta koşturarak oynamaya başladı. Gülüşleri tüm bahçeyi dolduruyordu, kuşları bile kıskandırıyordu mutlulukları. Renkler tam seçilemezken, güneş ışığı sevgili ablasının yüzünü tam olarak görmesini de zorlaştırıyordu. Ama bu şu an önemli bile değildi, mutluluk saçan kahkahasını duymak onun için yeter de artardı.
Ablası, koridora doğru yönelmeye başladığında, arkasından gitmek için bir adım atmıştı ki, sırtında, kimin eli olduğunu seçemediği birinin eli olduğunu fark etti. Sıkıca tişörtünü tutmuş, gitmesini engelliyordu. Acı içinde kaşlarını çattı ve ablasına döndü, gittikçe geriye doğru, sanki bir deliğe çekiliyormuş gibi görünen, artık yüzünde gülücükler açmayan ablasına...
Güneş yerini sert ve keskin bir rüzgara bıraktı yavaşça... Çiçekler ve gökyüzü renklerini yitirmiş, güller dallarından savrulup yerlerini kuruyan ve amaçsızca uzayan otlara bırakmıştı. Bağırmak istese de ağzından hiçbir kelime çıkmıyordu, adım atmaya çalıştıkça sırtındaki eller çoğalıp onu geriye doğru çekiyordu. Ablası karanlığın ortasında kaybolmadan önce son bir kez kardeşinin yüzüne baktı. Gözleri kilitlendiğinde, ona inandığını gösteren bakışlarını, tek seferliğine onaylarcasına aşağı eğdiği kafası takip etmişti. Ablasının gidişi ile kötüleşen hava yerini büyük bir fırtınaya bırakmıştı...
Keane'in gözleri hafifçe titreyerek açıldı. Perde aralığından içeri yansıyan güneşe uyum sağlamaya çalışırken bir yandan da istemeyerek de olsa gördüğü rüyanın etkisinden sıyrılıyordu. Bir süre tavana baktı. Aslında şimdiye kadar bu duruma alışmış olması gerekiyordu; sonuçta nadir gördüğü bir rüya değildi bu. Yaş dolu gözleri, rüyasından sonunda sıyrılıp gerçekliğe dönmeye başladığında, yaşlar çoktan kurumuş ve yerini, bakınca insanın kanını donduracak kadar ürkütücü bakışlara bırakmıştı. Derin bir nefes aldı ve büyük yatağından kalkarak duş almak üzere banyoya yöneldi.
Gününün tek sakin geçirebildiği zamanı, duş aldığı ve uyuduğu saatlerd -
"Bay Keane! Babanız ve halanız sizi yemeğe beklediklerini ve de konuşmak istedikleri önemli konuların olduğunu iletmemi istediler!" Keane vücudunu neredeyse donduracak soğukluktaki suyun etkisini hissetmiyordu bile. Sinirle dişlerini sıktı:
"Tamam! Sakın bir daha odama adımını atma, duydun mu beni?!"
"Peki efendim..." Ailesinin gölgesi hem otoritesini hem de özgürlüğünü bir pelerin gibi gölgeliyordu. Fakat onu farklı kılan bir şey vardı, herkesin saygısını olmasa da hayatlarını elinde tutmasını sağlayan... Korku. Hiç gülümsemeyen suratı ve asla tatmin olmayan beklentileri, sürekli savurduğu emirleri ve geçilmesi imkansız sınırları ile şirketin ve gizliden gizliye ailesinin de en korkulan üyesiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
INTERTWINED (BL)
RomanceTorn ve Keane, kaderin getirdiği sırlarla örtülü bir anlaşmanın ve yürekleri dağlayan bir ihanetin gölgesinde, hayatlarını kökten değiştirecek büyük bir dönüşümün eşiğinde durmaktadırlar. Aldatmanın acımasız sularında yeşeren bu aşkın ve sonsuz bağı...