3. Bölüm: Karanlığın ve Işığın Sesi

208 30 187
                                    

David Kushner-Dead Man

         || Bölümü oylarsanız sevinirim, iyi
                              okumalar.||

Sırtım sertçe toprakla buluştuğunda acıyla çığlık attım. Bu içsel bir acıydı, vücudumda hasar yoktu. Gözlerimden yaşlar süzülüyordu ama neye ağladığımı bilmiyordum. Parmaklarımı sertçe yanaklarıma sürerek yaşları sildim. Bakışlarım etrafı taradığında ormanda olduğumu gördüm. Buraya nasıl gelmiştim? Buraya neden gelmiştim?

  Üzerime baktığımda uzun beyaz tül bir elbise giydiğimi gördüm. Omuzlarımdan düşen yakası ve ellerime dökülen uzun kollarıyla tam bir prenses elbisesini andırıyordu.

  Prenses gibi olmuştum.

  Yerden destek alarak ayağa kalktığımda birisi arkamdan yaklaşarak elimden tuttu. Parmaklardan bedenime süzülen huzur hissiyle gülümsedim. Arkamı döndüğümde ne birisi vardı ne de elimi tutan parmaklar.

   Kaşlarım çatılırken önce ellerime sonra etrafa baktım. "Kimse var mı?" diye seslendiğimde sesim ağaçların arasında yankılandı. Hiçliğin ortasındaydım.

  Ensemde bir nefes hissettiğimde hızla arkamı döndüm. Kimse yoktu. "Peki," diye mırıldanarak yürümeye başladım. "Ortaya çıkamayacak kadar korkaksın anlaşılan."

  Dallar, yapraklar, taşlar ayaklarımın altında ezilirken ılık bir rüzgar esti. Küçük bir çocuk gibi kıkırdayarak gözlerimi yumdum. Dizlerime kadar uzanan simsiyah saçlarım usulca geriye uçuştu. Beyaz elbisem de rüzgarla birlikte dalgalandığında gözlerimi araladım. Tam tur etrafımda dönerken içime doğan mutluluğa engel olamıyordum. Özgür hissediyordum ve... çocuk gibi. Yeniden doğmuş gibi, küllerimden yeniden yaratılmış gibi, güneş benim için doğmuş gibi. Temiz ve saflık her bir hücremi sarıp sarmalıyordu.

  "Sonsuza kadar burada kalabilir miyim?" diye bağırdım gökyüzüne bakarak. Bir çift el önce omuzlarıma dokundu, yavaşça kollarıma kaydı ve nazikçe ellerimi kavradı. Bakışlarımı ellerimize indirdiğimde arkamdaki kişinin erkek olduğunu anladım. Yanağını yavaşça saçlarıma yaslayıp kulağıma yanaştı; nefesi kulağımı okşuyordu. "Burada istediğin kadar kalabilirsin." Sesi... fazla yumuşaktı. Cennetteki bir meleğin seslenişi gibi ilahi, küçük bir çocuk gibi masum, yetişkin bir adam gibi bilgin.

  Merakla arkamı döndüğümde gözlerim yine kocaman bir boşlukla karşılaştı. Afallamış bir şekilde kaşlarımı çattığımda hafifçe kıkırdadı. Elleri ellerimden kayıp gitmişti o boşluğa.

  "Kimsin sen?" diye mırıldandım etrafımdaki her yere bakarak. Sanki her yerdeydi. Sanki o zaten bu ormanın kendisiydi. İçimdeydi, etrafımdaydı. Ruhu ruhumu okşuyordu. "Ben senin yol göstereninim." Nefesi yine kulağımı okşadığında tam arkamı dönecektim ki kollarını bedenime sararak beni durdurdu. İtiraz etmedim.
"Yolumu göster o zaman."
"Yolun benim. Her yolun bana çıkıyor, küçük."

  Yavaşça yutkunduğumda içimdeki ışık yavaşça sönmeye başladı. "Kimsin sen?" diyerek sorumunu yineledim. "Kim olduğumu biliyorsun, hissediyorsun." Bedenimi saran kolları biraz daha sıkılaştı ve parmakları yavaşça tenimi okşamaya başladı. "Bırak beni." Bunu bir emir gibi söylemek istesemde dudaklarımdan ufak bir yakarış olarak döküldü.

  Gözlerime yaşlar doldu, onun güçlü kollarının arasında ezilmeye başladım. "Canımı yakıyorsun." diye bağırdım bu sefer ağlamaklı bir sesle. Bir eli boğazımı kavrayarak sertçe sıkmaya başladı; beni boğuyordu.

ULIANA: Lanet TutsağıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin