🔸18.BÖLÜM: MÜHİMMAT

913 149 40
                                    

Bunu öneren ben olmama rağmen tek seçeneğimizin o telefon olduğuna inanmak istemiyordum ama ne kadar düşünürsem düşüneyim aklıma başka bir plan da gelmiyordu. O telefona ulaşırsak polisi, ambulansı ya da kimi aramamız gerekiyorsa onu arayabilirdik. Tek bildiğim buydu. Başka bir şey bilmeme gerek yoktu, değil mi? Bir umut, bir şans! Ne yazık ki her şey bu kadar basit değildi. Bu fikri önermek bile bana kendimi berbat hissettiriyordu çünkü oraya gidersek ve biri daha ölürse bu benim suçum olurdu. Belki de bu yüzden sözcükler dudaklarımdan çıktığı anda pişman olduğumu hissetmiştim. Kendi hayatımın yükü bile yeterince ağırken başka insanların hayatlarının sorumluluğunu üzerime almak istemiyordum. Bununla bir daha başa çıkabileceğimi sanmıyordum. Ah, keşke söylediğimiz şeyleri geri almanın sihirli bir yolu olsaydı! Ama yoktu... Bir masalda yaşamıyorduk, tam aksine, her saniye uyanmayı dilediğim bir kabustu bu. Ne yazık ki, söz ağızdan çıkmıştı bir kere. Artık dediklerimi geri alamazdım.

Samanta oturduğu yerde hafifçe doğrularak "Telefonu bir şekilde geri alabilir miyiz?" diye sordu. Gözlerindeki ifade öyle kararlıydı ki bir an önce bunu denemek için can atıyor gibi bir hâli vardı. Yanında oturan Lee başını hızla ona doğru çevirdi ve güzel, esmer kıza 'Kafayı mı yedin be sen?' diyen gözlerle baktı. Sonra herkese baktı. Kimsenin itiraz etmediğini görünce ayağa fırladı ve ellerini rasgele havada sallayarak tiz bir sesle haykırmaya başladı. Yine kontrolünü kaybediyordu ve bu seferki öncekilerden bile daha kötüydü.

"Ne? Delirdiniz mi siz?"

"Şey... Bence denemeye değer... Yani, tek yol buysa..."

Diego Ashley'e baktı, omuzlarını silkti; İçimden bir ses Ashley'in kararı ne olursa olsun kızla birlikte gideceğini söylüyordu.

Lee bunun üzerine daha da bağırdı.

"Olmaz! Asla olmaz! Hayır! O manyağın sığınağına falan gidemeyiz! Öldürür bizi!"

"Yeter, Lee." Ashley kızı kolundan tutup kendine çevirdi ve meydan okuyan o bakışlarından birini fırlattı. Uzun sarı saçlarıyla, mavi gözleriyle ve kan kırmızısı elbisesiyle güzel, kızgın bir kraliçeyi andırıyordu. "Bu talihsizliği hep birlikte yaşıyoruz. Çıkıntılık edeceğine işbirliği yapmayı denesen ölmezsin çünkü hayatta kalmanın tek yolu o telefona ulaşıp yetkili birini aramak. Öleceksek de en azından çabalamış oluruz."

Son kısmı eklemesen iyiydi.

"Ölmek istemiyorum. Zaten tam da bu yüzden oraya gitmek istemiyorum. Burada bekleyelim. Daha güvenli."

"Uzun süre öyle kalmayacak ama." dedi Dallas Lee'ye. Hızla ona baktım çünkü ses tonunda bana babasını hatırlatan bir şey vardı. Senatör de ne zaman birini bir şeye ikna etmek istese bu tonlamayla konuşurdu. Dallas sakin bir ifadeyle başını hafifçe yana eğdi. O çok... Uzlaşmacı görünüyordu. "Ben de telefonu almayı deneme taraftarıyım ama herkesin riskleri kabul etmesi gerekiyor. Adil olması açısından demokrasiye ne dersiniz? Oylama yapalım. Çoğunluk ne isterse o olur."

Bu çocuğun insanı ürküten bir ikna yeteneği vardı. Yine de ikna ediciliği korkudan ödü patlamak üzere olan kızın kanına işlemedi. "Hayatımı sizin oyunuza falan bırakmayacağım!" diye karşı çıktı Lee. Kolunu Ashley'in elinden çekip alırken yüzündeki öfke aradan geçen her saniyede daha da yoğunlaşıyordu. "Hadi ama! Bu çok saçma! Başka bir yol bulalım, daha güvenli bir yol! Eminim bir tane vardır."

Üzerine düşününce Lee hiç olmadığı kadar haklıydı. Saçmaydı ve muhtemelen aptalcaydı ama görünüşe göre başka bir önerisi de yoktu. Bir korkak gibi bu kütüphanede saklanmaya devam edersek olacakları düşünmek istemiyordum. Bu yüzden ben de çabalama taraftarıydım ama Lee'yi buna zorlama taraftarı değildim. İstemeyen kimseyi buna zorlama taraftarı değildim. Ortak bir karar vermelerini beklerken en ufak bir yorumda bulunmamamın sebebi buydu.

Kanlı GeceyarısıTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang