XXV.BÖLÜM | O Işıklı Okyanus Tamamen Sessizliğe Gömüldü |

421 31 58
                                    

Bu 1732'nin son bölümü... 👑

Black Swan | BTS

VI. Bölümün sonunda küçük bir spoiler vermiştim. Bu ficte sadece iki bölümde BTS - Black Swan şarkısı kullanılacaktı ilki VI. Bölümdü ikincisi ise bu bölüm. Bu bölümü her hayal ettiğimde aklımda sadece bu şarkı çalıyordu.

The Royalty 1732 evrenini ışıklı bir okyanusta sessizliğe gömerek veda etme zamanı.

|

30 Aralık 1732

121 gün...

Onsuz geçen yüz yirmi bir gün. Onsuz geçen üç ay yirmi dokuz gün. Ondan bu yana gerçekleşen dört dolunay evresi, yüz yirmi bir güneşin doğuşu ve batışı, onsuz geçen binlerce zehir olan nefes, onsuz geçen saatlerce süren uykusuz geçen geceler, onsuz geçen ve onu biraz daha ölüme iten yüzlerce kâbus...

Onunla var olan dudaklarının nemi daha kurumamıştı, tenine değen dokunuşları henüz yokluğu alıştıramamıştı ve kendisini yıllardır güçlü olarak gören genç bir adamın gücü ellerinden kayıp gitmiş, geriye almak ise imkânsız olmuştu.

Hayatlar sona ererdi, sona ermemesi gereken tek kişi ise oydu. Gitmemeliydi, nefesi kesilmemeliydi, o darbeleri hiç almamalıydı, Jeon Jungkook hiç ölmemeliydi.

Elleri onun ellerini tutmayalı, dudakları onun izine karışmayalı, ağzından çıkan her bir kelime onun adını seslenmeyeli, gözleri onun gözlerine değmeyeli, onu öpmeyeli, onun kokusunu bir daha almayalı, ona sarılmayalı ve onsuz yatalı tam yüz yirmi bir gün olmuştu. Onsuz yattığı her gece tenine binlerce çivi batmış, acısı ise kalbindeki acıyla eş değer bile olamamıştı.

Sadece onu kaybetmemişti. Onunla birlikte kendisini, kalbini, zihnini, benliğini ve kendisini seven tek kişiyi kaybetmişti. Onsuzluk bir damga gibi göğsünün tam üzerine yerleşirken aylar geçmesine rağmen hiçbir şey o damgayı söküp atamamıştı.

Sevgilisini, bu hayatta sevdiği tek kişiyi, küçük prensini kaybetmişti Taehyung ve o günden sonra geçirdiği hiçbir gecenin, hiçbir sabahın bir değeri yoktu gözünde. Yaşayan bir ölüydü hatta yaşamıyordu bile. Sadece et yığınından oluşan kalbi atan bir iskelet gibiydi ruhu ise kaybettiği sevgilisiyle birlikte gökyüzüne uçmuştu. Gökyüzü onun serzenişleri, ağıtları ve isyanlarıyla doluydu hiçbirisinden geri dönüş alamamış yalnızca yağmurun zehrine mahcup gibi ellerini açıp yardım dilemişti; hiçbir yardımın ona etki etmeyeceğini içten içe bilirken.

Rüzgâr sert bir şekilde yüzüne vuruyordu. Omzunun hemen altına kadar uzayan saçları rüzgârın etkisiyle uçuşuyordu. Pürüzsüz yüzünde artık günden güne uzayan sakallar vardı. Gözlerinin ışıltısı solmuş, göz altları uykusuzluktan dolayı kızarmıştı. Bir kere bile gülmemiş dudakları gülümsemeyi unutmuştu. Bedeni zayıflamıştı ve metabolizması zayıfladığı için küçücük bir esintide hasta oluyordu. Teni bembeyazdı, üşüyordu. Parmak uçları morarmış, tırnaklarının kenarı soyulmuştu. Avucunun iç ve yumruk kısımları yara bere içerisindeydi. Kısaca harabeye dönmüştü Taehyung.

Küçük şehri dağılmış tam ortadaki yıkılmış bir bina gibi hissediyordu. Pencereleri acımasızca kırılmış, içerisindeki tüm çiçekleri koparılmış bazıları da solmuş, nefesini ise harabe bir dumanla taçlandırmıştı.

Bakışlarını ufuk çizgisinden bir kere bile çekmemişti. Ayaklarının altındaki soğuk kayalık ayaklarını buza çevirirken hafifçe eğilerek yere oturmuştu. Su kuvvetli bir şekilde onun durduğu kayaya çarparken uçurumun dibinde ve oldukça yüksekte olmasına rağmen suyun sıçrayışı ona kadar ulaşıyordu.

The Royalty | TaekookWhere stories live. Discover now