20. Bölüm

11K 821 88
                                    

Selam, ben geldim. Geciktik biraz affola.

Bölüme alayım sizi hızlıca, buyurunuz.

🖇️

"Seni çok seviyorum," dedim uzanıp iki yanağına da küçük birer buse bıraktığımda. O öpülmeyi, sevilmeyi çok seviyordu. Onunla ilgilenmek, onunla konuşmaya çalışmak ve şüphesiz onu anladığımızı göstermek küçük kalbinde birer taht kuduruyordu. "Yarın hava güzel olursa yeniden götüreceğim seni parka," dedim dişlerini göstererek gülümseyen Nazlı'ya. "Daha uzun dururuz bu defa, ne dersin?"

"Hııı," dedi hemen onaylayarak. "Baba?" dedi hiç unutamadığı babasını bir kez daha andı. "Nerde baba?"

"Baban işe gitti ya Nazlı," dedim ona hatırlatma çabamla. "İşi bitince gelecek. Onunla da gideriz parka. Yemek yeriz beraber, gezeriz dolaşırız sen ne istersen biz onu yaparız."

Dudaklarını ileriye doğru uzatarak ofladı. Bunu yeni öğreniyordu ve nedense hep bunu yapmaya çalışıyordu. Cümle olumsuz olmasa bile sanki olumsuz olduğunu anlıyordu.

"Parktan sonra annene de götüreceğim seni," diyerek tuttum ellerini. "Kolye almıştık ya dün annene, onu veririz olmaz mı?"

Hâlâ anne kavramı net değildi onun için. Bana çok nadir anne demeye başlamıştı ama anne deyince aklında kimsenin canlanmaması çok acıydı. Yavuz döndükten sonra bir destek almamız gerektiğini konuşmam lazımdı.

Ben kolye deyince eli boynuna gitti. Çok seviyordu takı takmayı, süslenmeyi. Hayriye teyzenin tespihlerini kendine kolye yaptığı için ona uygun sevimli bir kolye almıştık dün. Çıkarmıyordu boynundan hiç. Küpe diye de tutturuyordu aslında ama kulaklarını deldirmek için erken olduğunu düşünüyordum.

"Koyee," dedi kolye demeye çalışarak. Gülümseyerek öptüm küçük ellerini ve diz çöktüğüm yerden kalkarak kapı ağzında bizi izleyen Hayriye teyzeye gülümsedim.

"Yemeğe kalsaydın kızım," dedi Hayriye teyze.

"Yok gideyim ben," dedim başımı gökyüzüne doğru kaldırarak birazdan kararacak havaya baktım. "Geç oldu. Nazlı bugün çok koştu zıpladı Hayriye teyze, sırtına bez koydum ben değiştirirsin sana zahmet."

"Hallederim ben aklın kalmasın," dedi. Elini, elimi tutan Nazlı'ya uzattı. "Gel babaannem," diye de ekledi.

Nazlı benim elimi bırakıp babaannesinin elini tutarken öpücük attım. O da aynısını yapmaya çalışıp benim gibi yapamayınca ofladı yeniden. Gülsem yapamadığına gülüyorum sanacaktı gülemedim de o yüzden. Kendimi tutmaya çalışırken birkaç kapı ağzında sohbetten sonra eve doğru yürümeye başladım. Sokakta mahallenin gençleri dolaşıyordu. Hepsi de elimdeki yüzükten, duydukları evlenme bahsinden sonra bana yenge demeye başlamıştı. Önceden abla diyorlardı, şimdi yenge.

Sokakta selam verenlere cevap verirken kaldırımın üstünde yalnız oturan Özgür'ü fark ettim. Adımlarım yavaşlarken yanına gitmekte bir sakınca görmedim. Ben yanına, kaldırımın üstüne otururken fark etti varlığımı ve toparlanmaya çalıştı ama elimle otur otur der gibi işaret yaptım. Yanına oturduğumda başını önüne eğdi düşüncelerle boğuşuyor gibi.

"Nasıl gidiyor?" dedim omzumu omzuna doğru hafifçe vurarak. Sokak lambaları bir bir yanmaya başlamıştı ve bizde tam sokak lambasının altında oturuyorduk.

"Herkese söylediğim sahte sözcükleri mi duymak istersin gerçekleri mi?" dedi başını önünden kaldırmadan.

"Gerçekler," diyerek kollarımı bacaklarımın etrafına sardım. "Acıdır ama iyidir."

VUSLAT Where stories live. Discover now