20. Bölüm: Taşısana beni kucağına al!

52 14 91
                                    

Derin Atacan

"Çek elini! Dokunma bana! Pişman ederim seni!" dedim. Ama beni hala arabaya sokmaya çalışıyorlardı.
"Bin artık şu arabaya!"
"Anıl seni gebertir. Bırak o gebertsin benim yerime ne dersin?"
"Eğer biraz daha konuşursan öleceksin!"
dedi ve elinin baskısına daha fazla dayanamadığım için binmek zorunda kalmıştım. Ellerim bağlı olmasaydı hepsiyle başa çıkabilirdim.

Anıl n'olur çabuk gel...

Nereye gittiğimizi bilmiyordum. Ama bir şekilde Anıl'a ulaşmam lazımdı. Bunu biliyordum.
"Açım ben! Eğer bana yemek vermezsen bağırırım" dedim sinirle. Bunu duyunca adamlardan biri silahını kabzasından çıkardı ve kafama dayadı.
"Dayak yiyeceksin merak etme!" Daha sonra susmayı tercih ettim. Arabayı dar ve oldukça pürüzlü bir yola çektiler. Sanırım ormandaydık. Ne yapacaktım? Anıl beni nasıl bulacaktı?
"Yürüsene güzellik"
"Kes sesini şerefsiz!" Keşke bunu söylememiş olsaydım. Çünkü sağ yanağıma acayip bir tokat yemiştim ve canım yanıyordu. Sinirle yerden kalktım ve adamın diyaframına sert bir tekme geçirdim. Ama diğerleri tarafından tutulmuştum. Fakat bu biraz içimdeki öfkenin geçmesine yardımcı olmuştu. Sonra kolumdan çekerek beni yürütmeye başladılar ve bur kulübeye soktular. Çaresiz miydim? Yoksa gerizekalı mi? Aradan beş dakika geçmeden kendimi sandalyeye bağlanmış ve ağzıma bant yapıştırılmış halde buldum. Ellerimi ve ayaklarımı kıpırdatamıyordum. Daha sonra yanıma bur adam yanaştı ve elini çeneme dayadı. Kafamı hızla ana çevirip yüzünün ortasına sert bir kafa geçirdim. Adam bunun etkisiyle yere savrulurken bense yerimden kalkmaya çalışıyordum. Ama sanırım bu imkansızdı.

Anıl Karataş

"Ne!" Diye bağırdım duyduğum şeyin etkisiyle. Bu...bu...
"Ne ne! Nerede? Ne tarafa gittiler? Söyle!"
"Be...Ben şu tarafa gittiler" dedi kızlardan biri. Marketten çıkarak hemen o yöne doğru koştum. Ama hiç kimse yoktu.
Ne bir ses ne bir nefes...

Tam o anda yağmur yağmaya başlamıştı. Çaresizce yere çöktüm. Dizlerimin üstüne...
Ama kalkmalıydım ve kalkacaktım. Derin'e bir şey olmasına asla izin vermezdim. Nerede olursa olsun omu bulmaya hazırdım. Derken gözüme yerdeki lastik izleri takıldı. Aptallar...

Koşarak lastik izlerini takip etmeye başladım. Üşüyor muydum? Bence hayır.

İzler belirgindi fakat arada yok oluyordu. En sonunda kendimi bir ormanda buldum. Ama etrafımda hiç bir şey yoktu. Sanırım yolun devamını yürümüşlerdi. İçimdeki korkuyla koşmaya başladım. Bir yandan bağırıyordum.

"Derin! Neredesin? Hadi cevap ver be güzelim"

Daha sonra çok kısık da olsa bazı sesler duymaya başladım ve o yöne doğru ilerledim.
Bingo!

Karşımda küçük bir kulübe vardı. Peki aptal ben neden tek gelmiştim? Gerizekalı Watt!

Bütün bunları anında kafamdan atarak içeri doğru koştum ve kapıya sert bur tekme attım. Fakat kilitliydi ve güçlerim...

"Derin içeride misin? Cevap ver!"

Kapıyı açamazdım bu şekilde. O yüzden koşup cama sert bir dirsek geçirdim ve içeri atladım. Atlamamla kafamda sert bir şeyin ucunu hissettim. Silah olduğuna hepimiz hemfikiriz değil mi?

Sadece gülüyordum. Çünkü onu bulmuştum.

"Kaldır ellerini gel benle" dedi maskeli adam.
"Hadi gidelim o halde. İstersen önden gideyim hangi kapı?"

Derin Atacan

Bazı sesler duyuyordum ve Anıl'ın geldiğine emindim. Ama cevap veremiyordum. Ellerindeki iplerin birazını çözmeyi başarmıştım. Ben Anıl'ı yalnız beklerken içeriye elleri havada girmişti. Bunun bir oyun olduğunu onu gördüğüm anda anlamıştım. Daha sonra yanıma doğru yaklaştırdılar.
"Tanıyor musun bu herifi?" dedi diğer adam ve hızla ağzımı açtı. Hafif bir çığlık atsam da oyuna ortak olmuştum. Ama Anıl sinirine engel olabilir miydi bilmiyordum.

"Yoo, tanımıyorum istediğini yap!" dedim bağırarak. Anıl gülmemeye çalışıyordu. Bunu fark edebiliyordum.

Daha sonra anlamadığım bir şekilde kendini yere doğru attı ve tam sandalyemin arkasına doğru düştü. Sonradan anlamıştımki bu bilinçli bir hareketti ve Anıl nasıl başardığını bilmesem de ellerimi açmıştı. Daha sonra yerden kalktı ve tekrar göz göze geldik. Gözüm direk ellerine kaydı.
1,2,3

Aniden yerimden fırladım ve tabii Anıl da...
Karşımda duran adama sert bir kafa geçirdim ve arkamı döndüm. Hangi manzarayla karşılaşsam beğenirsiniz?
Anıl duvara yaslanmış ve kollarını birleştirmiş bana bakıyordu. -Sırıtarak-

"Bittiyse gidelim"
"Ya sen manyak mısın? Neden tek başına geliyorsun?" dedim tek elimle omzuna vurup iterek.

"Sakin ol, bak bir şey olmadı hadi gidelim"
"Ya bir şey olabilirdi. Sen neden kimseyi çağırmıyorsun?" diyerek omzuna vurmaya devam ettim. Daha sonra ben bağırmaya devam ederken hızlı bir şekilde kollarını belime doladı. Neden yaptığını bilmiyordum.

"Ya bırak beni manyak herif! Sarılmanın sırası değil!"
"Yoo, bırakmayacağım" her ne kadar elini itsemde bırakmıyordu.

"Tamam bırak! Ruh hastası!"
"Emin misin?"
"Anıl seni uçurumdan aşağı atarım bırak artık beni başım dönüyor" dedik ve bu şekilde şekilli kollarından kurtulmayı başardım. Daha sonra yerdeki adamlardan birinin hareket ettiğini fark ettim ve yerden kalkamadan yüzüne sert bir tekme geçirdim. Artık gidebilirdik.
Her ne kadar yalan söylemiş olsam da başım şimdi gerçekten dönmeye başlamıştı.

"Nasıl geldin sen buraya?"
"Lastik izlerini takip ettim. Adamın yüzünü görmüş müydün?"
"Evet ama sen geldiğinde çoktan gitmişti"
"Tamam o zaman önce karakola gidelim" dedi ve biz de susarak yürümeye başladık. Susarak...
Uzunca bir süre yürümüştük hem çok yorulmuş hem de başı dönmüş bur şekilde Anıl'a döndüm.

"Anıl?"
"Efendim"
"Taşısana beni" dediğimde aniden durdu ve bana döndü.
"Ne?!"
"Duydun işte taşı beni kucağına al!" dedim ve kollarımı havaya kaldırdım. O ise bu halime sadece gülüyordu. Aynı şekilde yanıma geldi ve beni kucağına attı.
"Oldu mu hanımefendi başka bur arzunuz var mı?"
"Hmm... Bir düşüneyim. Giderken pasta alabiliriz"
"Siz öyle emrettiyseniz kraliçem" dedi gülerek ve eğilip yanağımı öptü.

Tüm vücudum titriyordu ve alev alev yanıyordu.
"Senle oynayabilir miyim?"
"Nasıl oyun?"
"Mesela saçlarınla oynarım kollarınla oynarım..."
"Oynayabilirsin" dedi sesli bir şekilde nefes vererek. Şuan söylediğim şeylere inanamıyordum. Ama bu benim umurumda değildi.
"Hiiii... Gerçekten mi?"
"Gerçekten" dedi gülerek. Bunu kabul ettiği için çok sevinçliydim. Çünkü en büyük zevkim oyuncak bebklerle oynamaktı. Hem de büyüklerle...

Daha sonra gülerek boynunu kendime çektim ve yanağını öptüm. Şaşkınlıkla mi desem yoksa sırıtarak mi desem... Her neyse bana bakıyordu işte.
"Eğer bir daha beni öpersen..."
Bu sözleri duymamla içimdeki şeytan uyandı ve sözleri bitmeden aynı şekilde tekrar yanağını öptüm.

"Derin benim için yer, zaman, mekan, konum fark etmiyor biliyorsun değil mi?"
"Aman be senle de uğraşılmıyor hemen azıyorsun"
"Öyle mi rolleri değişelim o zaman ben de sana ayni şekilde davranayım. 3 güne azarsın"
"Kabul tamam sen öyle san azmam ben bir kere"
"Göreceğiz" dedi ve beni yere indirdi. Bunu beklemiyordum ve istemiyordum da. Kaşlarım çatılmış dudaklarım aşağı doğru eğilmişti.

"Niye indirdin beni?"
"E rolleri değiştiğimize göre sen beni taşıyacaksın"
"Oha! Ayı. Ben seni nasıl taşıyayım kaslarını bana ver o zaman"
"Sen benim kaslarıma taktın ha, hoşuna mı gidiyor?"
"Yoo, ne alakası var. Ayrıca suç bu, diğer insanların hakkını ihlal ediyorsun. Çünkü..."
"Neden durdun? Hoşuna gidiyor değil mi?"
"Anıl benim güzel suratıma bakıp manyak manyak konuşacağına etrafına bak. Çevremiz sarılmış!"

Yakışıklı YalancıWhere stories live. Discover now