bir dakika elli dört saniye

367 51 30
                                    




Merhaba sariq!

⭑🦋 Lütfen oy vermeyi unutma. ⭑🦋




26 Ekim 2027

Erdem ve Mercan Şato isimli romanıyla yılın en iyi fantastik kurgusu ödülüne layık görülen Faye Barlowe' un aynı tarihte yayımladığı basın bülteninden:

"Bundan aylar önce tuhaf bir uykuya dalmış ve yarattığım evrende sıkışıp kaldığımı fark etmiştim. Eğer beni tanıyorsanız bu evrenin pek de cesaret verici şeyler içermediğini tahmin edersiniz. Her normal insan gibi bulunduğum yerden kaçmanın yollarını aradığımı hatırlıyorum. Bugün bile hâlâ, aklıma gelmesini istemediğim detaylarda boğuluyorum. Onların neye benzediğini hatırlayamıyorum tabiki ama... Hissediyorum. Yaşadıklarımı unutabilmem mümkün değil. Gözünüzde canlandıramadığınız bir şey size kendinizi ne kadar kötü hissettirebilir? Bunun cevabını merak ediyorum. Bu hikayenin sonunu planlarken aklımda tek bir soru vardı. Bu, bugün bile hâlâ kendi kendime sorduğum bir soru ve sanırım sizlerle paylaşmadan önce biraz durup düşünmem gerekiyor... Pekala! Sanırım artık bunu sormaya hazırım. Tekrar o uykuya dalabilseydim geri döner miydim sizce?"



19 Şubat 2026

Faye duymaktan hiç de hoşlanmadığı bir sesle yerinden sıçradı. Yine yazarken uyuyakalmıştı ve şimdiden şiddetli bir boyun ağrısıyla mücadele edecekmiş gibi hissediyordu. Doğrulurken kemiklerinin çatırtısını duyabiliyordu ve bunun ne kadar rahatlatıcı olduğunu düşünmeden edemedi.

"Faye! Eğer hemen aşağı gelmezsen, yukarı çıkmak zorunda kalacağım ve bunu yap-"
"Geliyorum!" dedi Faye, yeni uyanmış birinden beklenmeyecek kadar yüksek bir sesle. Yirmi birinci yüzyılda bile genç yetişkinlerin hâlâ, yemek masasında birlikte oturmaya zorlanması inanılmazdı. İstediği zaman yemek yiyebilmek, uyuyabilmek, yazabilmek istiyordu ama ne zaman kendi evine çıkmaktan söz etse tartışmaktan ileri gidemiyorlardı. Bacaklarını öne, kollarını geriye doğru uzatarak vücudunu esnetti. Göz ucuyla yazdıklarına bakmak için eğildiğinde kapı aniden açılıverdi. Bu evin en kötü yanı özel alan kavramının ne olduğunu bilmeyen insanlarla dolu olmasıydı.

"Ne var Ellie?"
"Annem seni yemeğe çağırıyor." dedi Ellie, ergenlere özgü bir aceleyle. Ellie onun kardeşiydi. Kulaklıklarından birini parmaklarının arasına almış, telefonunun ekranını kaydırıyordu. Oyalandığı her saniye sanki bir şeyleri kaçırıyormuşçasına hareket halinde oluşu hep çok gülünç görünürdü.

"Benden istediğin çalma listesini az önce yolladım. Beğendin mi?"

Faye yüzünü telefonunun ekranına çevirdiğinde sensör bunu algılamış ve kilit ekranını etkinleştirmişti. Ekranda Ellie' nin bir fotoğrafı vardı. Faye onun uzun, sarı saçlarına hayranlıkla bakarken yüzünde ufak bir gülümseme belirdi. Kim kız kardeşinin fotoğrafını kilit ekranına koyardı ki? Gerçekten minnetle, "Teşekkür ederim." dedi. Ona teşekkür etmek pek sık yaptığı bir şey değildi ve bu bir şekilde iyi hissettirmişti. "Ben... E-eee... Sen harikasın!"

Ellie kapıyı ardına kadar açık bırakıp hızla merdivenlere yönelirken kıkırdadı. Bunu biliyordu; harika olduğunu. Aslına bakılırsa harika olmaktan fazlasıydı. İnsanın ruhunu emen bu kahrolası evde Ellie kadar hayat dolu olabilmek fazla düşülküseldi. Faye, kız kardeşinin açık bıraktığı kapıya bakıp gözlerini devirirken ayağa kalktı ve lanet bir baş dönmesi onu olduğu yere çivilediğinde düşmemek için masanın kenarına tutunmak zorunda kaldı. O gün alması gereken vitamin takviyelerini ve sabahtan beri hiçbir şey yemediğini hatırlamıştı. Bu da bir başka tartışmanın konusuydu tabii ancak şimdi bunu düşünemeyecek kadar keyifli hissediyordu. Baş dönmesi, davetsizce açılan ve asla kapatılmayan kapılar veya...

"FAYE!"
"Geliyorum!" diye bağırdı öfkeyle. Tanrım, az önce uzun süre sakin kalabilme rekorunu kırmıştı! Tam bir dakika elli dört saniye.

Aşağıya indiğinde herkes çoktan masadaki yerini almış ve annesi dua etmek için hazırlanmıştı. Sessizce masadaki yerine oturdu.

"Sonunda gelebildiğine sevindim."

Gözlerini devirmemek için yemekleri incelemeye koyulduğunda annesinin ağdalı cümleleri bir uğultuya dönüşmüştü. Yemek duası, onun için her zaman özel bir öneme sahipti ve bu konuda eleştirilmekten kesinlikle hoşlanmazdı. Faye bunu bildiğinden ve bir an evvel yemeğe başlamak istediğinden dudaklarını sıkıca kapadı. Sebzeler iştah açıcı görünüyor, çatal bıçaklar pırıl pırıl parlıyordu. Tam sevineceği sırada yüzü asıldı. Masada yine üç tabak vardı. Üniversiteden döndüğü ilk zamanlarda kendisi için servis açılmamış olmasını anlayışla karşılıyordu ancak bu durumun hâlâ devam ediyor oluşu artık can sıkıcı olmaya başlamıştı.
"Başlayabiliriz." dedi annesi ve Faye homurdandı:
"Bunu bilerek mi yapıyorsun anne?"
"Neyi?"
"Tabağım-" derken Ellie' nin kıkırdadığını duyar gibiydi. "Bana tabak koymamışsın."

Annesi hiçbir şey söylemeden Ellie' nin önündeki tabağa uzandı ve onu Faye' in sevdiği yiyeceklerle doldurmaya başladı. Haşlanmış brokoli, soslu şeker patates; özellikle etin kokusu Faye' e uzun süredir aç kaldığını hatırlatır gibiydi.

"O tabak Ellie' nin."

Sanki onu duymamış gibi tabağı doldurmaya devam eden annesinin omuzları sarsıldı. Şimdi ne var diye düşünerek babasına döndüğünde ağzı şaşkınlıkla aralanmıştı. Ne dedim ki? Annesi yüzünü ellerinin arasına alarak hıçkırmaya başladığında Faye neye uğradığını şaşırmıştı.

"Sana söylemiştim!" dedi kadın. "Onun iyileşmediğini söylemiştim!"
"O iyi!" dedi babası. Faye başını kız kardeşinin oturduğu tarafa çevirirken yüzünü buruşturdu. Ellie muhtemelen kendisine tabak almak için mutfağa yollanmıştı. Tanrıya şükür! Derin bir nefes alırken annesinin bu tuhaf çıkışlarından nefret eden tek kişi olmadığı için seviniyordu. Neler oluyordu böyle?

"Anne?"
"..."
"Neyin var senin?"

Babası ağlamamak için özel bir çaba harcıyor gibi görünürken, "Faye..." dedi. Devamını getiremeyeceği bir cümleye başlamış gibiydi. "Faye!"

Faye!

Faye başını yeniden, kız kardeşinin oturması gereken yere çevirdiğinde göğsü sıkıştı. Bir dakika elli dört saniye. Hiçbir şeyi doğru düzgün hatırlayamayan bir kadının böyle bir şeyi hatırlıyor olması inanılmazdı. Gözyaşları yüzünü yakarken hıçkırıklara boğuldu. Bu, Ellie' yi hayata döndürebilmek için harcadıkları saniyelerin toplamıydı. Tam olarak bir dakika elli dört saniye. İşte bu yüzden masada üç tabak vardı ve aslında hiç kimsenin tabağı eksik değildi.

AFANTAZİWhere stories live. Discover now