5. Bölüm: Maskeli Davetin Kâbusu

11 9 1
                                    

Kış sabahları genellikle sessiz ve huzurlu başlar. Yatakta sıcacık battaniyenin altında uzanırken, dışarıda kar tanelerinin yavaş yavaş yere düştüğünü duyumsarsınız. Her şey beyaza bürünmüştür ve atmosfer dinginlikle doludur.

Ben, her kalktığım kış sabahlarına özel bir anlam yüklerdim. O sabah, uyandığımda odamın penceresinden dışarıya baktım. Gözlerim, karla kaplı sokakların manzarasını seyrederken parladı.

"14 saat 27 dakika."

Hafif bir iç çekişle yataktan kalktım ve pencerenin yanından geçerek oturma odasına gittim.

Sıcacık bir kahve yapmak için mutfağa doğru yol aldım. Mutfakta, kahve makinesinin yanında duran fincana baktım. Bardağın üzerindeki buhar, benim içimi ısıtan bir his veriyordu. Kahve demlendiği sırada Rüzgâr, birden müziği açtı. Şaşırarak ona döndüm.

Bana elini uzatıp eşlik etmemi istedi. Elini tuttum. Salonun ortasına geçtik ve yavaşça dans etmeye başladık. Bedenlerimizin her hareketinde, içimizdeki coşkuyu hissediyorduk. Bunu neden yaptığımızı ne ben sorguladım ne de o açıkladı. Kısa bir dansın arasından sonra mutfağa geri döndüm. Kısa bir mutluluk herkese iyi gelirdi. Azda olsa bir kızın midesinde kelebek uçmasını sağlayacak o hareket, tabii ki.

Rüzgâr'la kendime yaptığım kahveyi alıp, yanına gittim. Şömineyi yakmıştı, bende yanına kuruldum. Sıcacık kahvemizin ardından beraber sohbet ettik. Biraz ondan biraz benden. Yanımızda olmadığımız zamanları anlattık birbirimize. Ne kadar da eksik kalmıştık. Yarım kalmıştık. Sohbet ederken kahveyi yudumlarken içimizdeki huzur giderek artıyordu.

Dışarıda ise kar yağışı hâlâ devam ediyordu. Rüzgâr, kahve fincanını yerine koyduktan sonra eldivenlerini ve kalın montunu giyip dışarıya çıkmayı teklif etti. Kabul ettim. Dar sokakların patikalarında yürürken kar taneleri saçlarımıza düşüyor, yüzümüze değiyordu. Bu anlar birbirimize hayatın ne kadar güzel ve anlamlı olduğunu hatırlatıyordu.

Derin bir nefes aldım ve karşılaştığım manzarayı âdeta içime çektim. Ağaçların üzerindeki taze kar tabakası, doğaya bembeyaz bir zarafet katıyordu. Rüzgâr'la yürüdükçe kendimi daha da dingin hissediyordum. Onunla olduğum her an, her şeyi unutuyor, sadece şimdiye odaklanmayı sağlıyordum.

Bugün aslında benim için bir trajediydi. Bugünü, genelde dışarıda, iş saatim olsa bile gezerek geçirirdim. Tek başıma her yeri dolaşır, kafa dağıtacak bir şeyler bulurdum.

Ama bugün, o yanımdaydı. Çocukluk aşkım, hayatımı kurtaran, kalbimin atmasını sağlayan kişi... Rüzgâr. Gerçekten benim kahramanımdı.

Sahile doğru yürümeye başlamıştık. Oraya inmeden uzaktan izliyorduk sahili. Sessizce mırıldandım.

"12 saat 2 dakika"

Bu akşamki parti için giyeceğim elbiseyi Ece'den alacaktım. Bu yüzden Rüzgâr beni Efe'nin evine bırakmıştı. Efe'yi de alıp beraber gezeceklerini, bizi rahat bırakacaklarını söyledi. Bu teklifini mutlulukla karşıladım ve ikisini de evden gönderdik.

Ece, bana giyeceğim birçok elbise önermişti. Ayrıca parti maskeli olacağı için kendisinin önceden aldığı maskeleri gösterdi. Gösterdiklerinin arasından bembeyaz bir elbise seçtim. Yılbaşı gecesi için ideal bir renkti. Parti evde olacağı için üşüme gibi bir derdimiz yoktu. Elbise, diz kapaklarımın biraz üstünde bitiyordu. Göğüs dekoltesi o kadar abartılı değildi, belime kadar sıkıyor, geri kalanı genişçe iniyordu. Ece'den, izin verirse, elbisenin bel kısmına bir çiğdem dikmek istediğimi söyledim. Teklifimi biraz düşündükten sonra kabul etti ve elbisenin bel kısmına mor bir çiğdem dikmeyi başardım. Artık harika gözüküyordu elbise.

Elbiseye uygun bir maske seçtim. Ece'yle beraber akşama kadar hazırlanıp süslendik. Gün batımına yakın Rüzgâr ve Efe eve geldi. Rüzgâr çoktan hazırdı. Efe'nin hazırlanmasını bekleyecektik. Rüzgâr, simsiyah bir takım elbise giymişti. Beni elimden tutup kendi etrafımda döndürdüğünde yüzündeki gülümseme daha çok büyüdü. Beni kendine çekti ve sarıldı. Kendine has kokusu vardı. Ne kadar parfüm sıkarsa sıksın, hep kendi gibi kokuyordu. Bir çölün ortasında açmış özel bir çiçek gibi... Tarif edilemezdi, hayal edilemezdi... Sadece yaşanırdı.

Onun kollarındayken bile tüylerim diken diken oluyor. Kalbim hızla atıyor ve boğazımda bir düğüm oluşuyordu. İşte o an... O özel an...

Elini tuttuğumda, kalbinin o kadar hızlı attığını hissedebiliyordum. Gözlerinin içindeki heyecanı görmek, beni derinden etkiliyordu. Onunla birlikte olduğum her an, tüm dünyayı unutuyordum.

Efe ve Ece'yi beklemeden dışarı çıktık. Beraber yürüyerek gidecektik partiye. Karların üstünde koştuk. Ben koştukça soğuk tenime işliyordu ama o sarılınca tüm şefkati bütün bedenimi sarmalıyordu.

Yavaşça durduk ve etrafımızdaki sessizliği soluduk. O da benim gibi nefes alırken, ellerimizi sıkıca birbirine kenetledik. Gözlerimiz birbirine kilitlendi ve aşk dolu bir bakışla birbirimizi derinlemesine keşfettik yeniden.

Dudaklarıma yaklaştığını hissettiğim anda, tüm vücudum uyuştu. Yavaşça dudaklarımız buluştu ve zaman durdu. O an, öpüşmemizin tüm hislerini içimize çektiğimiz bir an oldu. Kalbimiz birlikte atarak, bize ait olan bu anın tadını çıkarıyorduk. Birbirimizden ayrıldığımızda alnım onun alnındaydı. Uzun zaman sonra yeniden nefes aldığımı hissettim.

Birbirimize sarıldık. Kollarımda onun olduğunu hissetmek, beni güvende ve sevgiyle dolu hissettiriyordu. Gözlerimden yaşlar süzülerek, ona olan aşkımı ifade etmenin mutluluğunu yaşıyordum.

O an, gerçekten unutulmazdı. İkimizin de birbirimize duyduğu derin sevgiyi ve bağlılığı hissedebiliyorduk. Dünyanın geri kalanı yokmuş gibi, sadece ikimiz vardık. O an, bizim için sonsuzluğu temsil ediyordu.

Anılarımızı hatırladıkça, yüzümde bir tebessüm oluşuyordu. Aşkla dolu kalbim, o anıların unutulmazlığını daima taşıyacaktı. Her hatırladığımda, içimdeki duyguları yeniden canlandıracak ve bana gerçek aşkı hatırlatacaktı.

Biraz daha dışarıda oyalandıktan sonra Elif'in evine geçtik. Parti orada yapılacaktı. Çoğu kişiyi tanımıyordum. Bu yüzden Rüzgâr, yanımdan hiç ayrılmadı. Konuşmak istediği arkadaşların yanına benide götürdü.

Ece ve Efe gelince, Ece beni diğer kızların yanına götürmek istedi. Ama Rüzgâr, yanlarında rahat edemeyeceğimi söylediği hâlde Ece beni diğerlerinin yanına götürdü.

Pekte mutlu değildim. Resmen dakikaları sayıyordum.

"1 saat 10 dakika"

"50 dakika"

"20 dakika"

"2 dakika"

Ece ve partideki diğer kişiler ellerine birer kadeh alarak büyük ekranın önünde toplandılar. Ben hâlâ Ece'nin yanındaydım. Şarap yerine vişne suyu almayı tercih ettim.

Herkes aynı anda "5-4-3-2" diye saymaya başlamıştı. En son "1" denildiği anda bir kadın çığlığı "Asena!" diye evi inletmiş, herkesin o yöne bakmasına sebep olmuştu. Arkamı döndüğümde, önümde Aylin duruyordu. Ve karnına saplanmış bir bıçak... Bembeyaz parkeler kan rengine boyanmıştı.

Gözümün önünde yere düştü. Gözleri kapandı. Açılmadı, açılmadı, açılmıyor. Gözlerini açmıyor. Hayır, ölmedi. Ölmedi, ölmedi, ölmedi. Gözlerini açmalı, hayır, ölmedi. Yaşıyor, yaşıyor, öldü. Öldü, öldü. Aynı saatte, aynı gün öldü. Öldü. Ölmemeli, yaşamalı.

Rüzgâr, beni kenara çekesiye kadar ona baktığımı unutmuştum. Bir yere oturdum. Bir şey içirdiler. Biri benimle konuşmaya çalıştı. Ama o öldü. Onun yanında olmalılar. O şu an çok yalnız. Çok yalnız. Çok ses var, dayanamıyorum. Çok çığlık var. Biri çığlık atıyor. Biri ölüyor. Gözümün önünde biri ölüyor. Ama ben kurtaramıyorum. Neden yardım etmiyorum? Neden yanına gidemiyorum? Ölüyor, yerler kan içinde kaldı. Onları temizlemeliyim. Yerde kan kalmamalı. Çünkü o, kandan çok korkar. O sevmez kanı. Neden herkes çığlık atıyor? Işıklar neden gidiyor? Her yer neden karanlık? Çığlık atıyor, yardım etmem lazım. Lütfen, ölme. Lütfen...

"Anılar ölmez Asena, anılar ölmez. Çünkü sana acı çektirmek isterler. Acı seni bulduğunda bir daha yakanı bırakmaz. Anılar ölmez Asena, anılar seni öldürür."

Bembeyaz Kabus (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin