12 ☘︎ Abla

17 4 11
                                    

Miray MÜŞELLA:

Nehir başkalarının yardımına ihtiyacımız olacağını söylemişti. Bense en çok güvendiğim kişiyi götürecektim.

Ablamı. Ablam her zaman gülümseyen neşe saçan birisiydi. Halk onu çok severdi. Okyanusun varisiyle evlenen ben olduğum için onun rütbesi leydiliğe düşmüştü. Ama o bundan hiç şikayetçi değildi. Her zaman halkla iç içe yaşardı. Okyanus, hatta tüm doğa üstü canlılar tarafından bilinen ünlü İnci çarşılarında dolaşırdı. Halkın sorunlarını dinler, onlarla yatar onlarla kalkardı. Beyaza yakın açık gri parlak kuyruğuyla her yerde dikkat çekerdi. Saçları çok hafiften sarıya çalan bir beyazdı. Gelen ışıktan dolayı bazen mavi dururdu. Enesle aynı tonda gözleri vardı. Bembeyazda bir cildi.

Ucunda durduğumuz uçurumdan aşağıya baktım. Çok yüksekteydik. Ve su çok derindi. Enes arkamdan yanıma geldi ve elimi tuttu. Kafamı ona çevirdim. O ise çoktan parlayan su mavisi gözlerini bana çevirmişti. "Hadi" ne dediğini anladım. Ardından elini sıktım ve aynı anda koşmaya başladık. Uçurumun ucuna geldiğimizde zıplayarak kendimizi suya attık.

Suya girdiğim anda bacaklarım yerine kuyruğum gelmişti. Ablamınkinin aksine koyu lacivet bir kuyruğum vardı. Enesinki ise açık maviydi. Gözlerinin tonundaydı. İhtişamları hakkında edilecek tek bir kelime bile yoktu. Önüme gelen saçlarımı elimle arkama attım. Saçlarımsa yavaş yavaş sözüme uyup arkaya doğru gitmeye başladı. Enes bir yüzgeç darbesiyle hızla yanıma geldi ve karşıma dikildi. Bana gülümseyerek baktığında ona gülümsedim ve yüzmeye başladım. Enesin kuyruğu benimkimden daha büyük ve güçlüydü. O birkaç yüzgeç darbesiyle beni geçerken bende hızımı arttırıp onu omuzlarından tuttum ve bedenimi sırtına yasladım. Onun hafif kahkahası duyum.

"Yine benden mi yararlanacaksın su perisi?" Onu onayladığımı belli etmek adına kollarımı boynuna doladım ve artık tüm ağrılığımı ona verdim. O ise cevabımı anlamış bir şekilde tok ve otoriter sesiyle konuştu. "Sıkı tutun su perim" o kadar güçlü bir kuyrukla bu kadar hızlı gitmemiz şaşırtıcı bir şey değildi.

Saraya yaklaştığımızda Enesin üstünden indim. Gerçekten tüm yol boyunca beni taşımıştı. Şehre girdiğimizde bizi gören deniz insanları kuyruklarını dimdik bir hale getirip üst bedenlerini aşağıya eğiyorlardı. Ben gülümseyerek selamlarını kabul ederken, Enes sert ve ciddi bir ifadeyle dümdüz ileriye bakıyordu. Tabiki bu doğaldı. O geleceğin kralıydı. Varisti. Elbette ki bu durumları normal karşılayacaktı. Kral olmak bunu gerektirirdi.

Saraya yaklaştığımızda devriye gezen bir muhafız grubu bizi fark etti. Bizi gördüklerinde yanımızda muhafız yoktu ne yapacaklarını biliyorlardı. Varisleri koru.

Kural buydu. Varisleri korumak. Muhafızlar hızla yanımıza gelirken birbirine çarpan çeliğin sesi tüm okyanusta yankılanıyordu. Muhafızların yüzgeçleri hariç, kuyrukları bile zırhla kaplıydı. Siyah renkli çelik zırh okyanusun derinliklerinde görünmelerini engelliyordu. Şu anda bile hiç bir insanın yada doğa üstü canlının gelemeyeceği bir derinlikteydik. Bu derinlikteki basınca yalnızca deniz insanları ve sirenler dayanabilirdi.

Sirenler Atlas okyanusunda yaşarlardı. Onların krallıkları oradaydı. Nasıl deniz insanlarının Atlas okyanusuna girmesi yasaksa, sirenlerinde Atlas okyanusundan çıkması yasaktı. Çünkü orası dışında bütün okyanuslar ve denizler bize yani deniz insanlarına aitti.

Sarayın önüne geldiğimizde askerler aynı anda önümüzde eğildi ve geri görev yerlerine döndüler. Sarayın kapısı bizim için açılırken Enes ciddi ifadesini bozmadan ilerledi. Bense her tarafa gülücükler saçıyordum. Askerler artık benim sürekli gülümseme alışmışlardı. Büyük ve geniş koridorda yan yana yüzüyorduk. Normalde kural gereği saraya giren bir deniz insanının taht odasına gitmesi ve kral ve kraliçeyi selamlaması gerekir. Ama varisler bunu yapmayan tek kişilerdi. Varisler geleckteki yöneticiler olacakları için hiç kimseye boyun eğmeyerek daha güçlü bir duruşa sahip olurlardı.

Ya Hepsi YalansaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin