36. BÖLÜM

16 3 0
                                    

"Karanlığın soğuk parmakları kalbimi avuçları arasına almıştı. Ama karanlık kalbimi sıktığında fark etmişti ki,benim kalbim zaten karanlığı da barındırıyordu. Ellerini üzerimden çekti ve sakince güldü. Sadece beklemesi gerekecekti..." 

-

Dominic;

Mağaranın her yerine bakmıştım fakat ruhumu tamamlayan eşimi bulamamıştım,kalbim sıkışıyordu. Kızım ne haldeydi bilmiyordum,eşime ne olmuştu bilmiyordum. İçimde ki öfke kabarırken mağarayı titretecek yükseklikte bağırdım. "LANET OLSUN!" Sıkılı yumruklarımla kapana kısılmış hissediyordum. Dizlerimin üstüne sertçe düştüğümde gözümden yaşlar sicim halinde akmaya başladı. 

"Benim güzelim ölemez... Benim güzellerim ölemez... Beni bırakmazlar..." Sayıklamalarım öyle sessizdi ki ben kendimi duyamıyordum. Omuzumda hissettiğim el ile irkilip ani bir hareketle bileği kavradım. "Baba," Pars'ın sesini duyduğumda bileğini bıraktım. Yanımda diz çöküp yere odaklandı. "Norton kaçtı." Duyduğum şey ile afalladım. 

"Ne demek kaçtı?" Bu bir soru değildi. Bu 'Böyle bir şeye nasıl izin verirsiniz? Bir tane herifi tutamadınız mı?' demekti. "Başından anlatayım. Diana öldü! Kardeşim öldü! O piç onun ruhunu emdi,gücünü aldı!" Titreyen sesiyle söylediklerini sindiremedim. Kızım,ölemezdi,hayır. Kızım? Eşim? Ailem? "Kardeşimin gücüyle kaçtı!"

 Tüylerim diken diken olurken bacaklarım kendiliğinden hareket etmeye başladı. Sanki bedenimi başkası kullanıyordu fakat hayır,içgüdüsel olarak hareket ediyordum. "Kızımı benden aldı. Eşimi benden aldı.." Arkamı dönüp kızımı bulmaya gittim. İlk anda girdiğimiz bölmeye gittim. Gözlerim kapalıydı,görmeye hazır mıydım bilmiyordum. 

Kolumda Valtor'un elini hissettim. "Bay Dominic,bakmamalısınız." Kızım ne haldeydi? Gözlerimi araladığımda karşımda Valtor'un yüzünü gördüm. Elimle onu ittirdiğimde yerinden dahi kıpırdamadı. "Çekil." Kararlı bakışlarımı gördüğünde yavaşça sola kaydı. Keşke kaymasaydı.

Gördüğüm görüntüyle zihnimde bir şeyler koptu. "Nasıl..." Sessiz fısıldamamı ben bile zor duymuştum. Bedenim öfkeden titremeye başlarken öfkeyle bağırdım. "D'YAEBL!" Bağırmamla birlikte mağarayı yıkacak güçte bir kükreme duydum. Öfkemin yaydığı enerji o kadar boğucuydu ki,mağaranın duvarları çatlamaya başlamıştı. Arkamı dönerek sert adımlarla mağaradan çıktım,arkamdan bağırışlar yükseliyordu lakin kana susamıştım. 

D'yaebl mağaranın tam önünde bütün heybetiyle duruyordu. Öfkeli olduğu her halinden belliydi bu canavarın. Anlaşmış gibi beni gördüğü an kafasını eğdi. Koşar adımlarla dikenli derisine tutundum. Kafasını kaldırdığında kafasının üstünde oturur hale gelmiştim. 

"Onu yakacağım,onu küle çevireceğim!" D'yaebl'ın salt siniri çok tehlikeliydi,bu varlık zaten öfke üzerine yaratılmıştı. Şimdi ise onun bağlı olduğu sahibine zarar vermişlerdi,onun önünde kimse duramazdı. Fısıltıyla onu onayladım. "Yakacağız,onu küle çevireceğiz." Kanatlarını ahenkle açıp çırptı. Havaya yükselirken öyle bir gürledi ki,sesini eminimki bir kaç krallık duymuştur.

Yükseldiğimizde gür sesimle bağırdım. "PLOMİENİA,BİZİMLE GEL!" Plomienia bunu bekliyorcasına hızla havalandı. Havada devasa iki yaratıkla süzülerek o kansızın yolunu tuttuk. 

Plomienia ve D'yaebl yol boyu aşırı sessizlerdi,nefes sesleri dahi yoktu. Garipti,öfkeliydiler lakin kızımın ölmüş olmasına mıydı emin değildim. Kızım ölmüş müydü? Ölemezdi. Karım ölmüş müydü? Ölemezdi. Ölmemelilerdi,ölürlerse yaşama amacım kalmazdı. Güzeller güzeli karım... Nerelerdeydin? Canımdan,kanımdan bir parça olan küçüğüm,yaşamadığına asla inanmayacağım. 

ALTIN GÖLGE - ARAF SERİSİDonde viven las historias. Descúbrelo ahora