•32• Zihinlere Hükmeden

150 27 12
                                    

Harper cübbesini düzeltti ve kızlar yatakhanesinden çıktı. Ortak salona girdiğinde yoğun bir kargaşa olduğunu fark etti, bu eğer birkaç ay öncesinde olsalardı çok normal olabilirdi belki ama Horace Slughorn'un öldüğü, saldırının olduğu o geceden beri Slytherin öğrencileri çok sakindi. Bu yüzden Harper ortak salondan yankılanan kahkahavari sesleri garip buldu. İçeriye girdiğinde çokta haksız sayılmayacağını gördü çünkü bir grup öğrenci içeriye sokulması ve ders saatleri içinde içilmesi kesinlikle yasak olan ateş viskini yudumluyorlardı. Harper kaşlarını çattı. Kolundaki saati şüpheyle kontrol etti ama yanılmadığını gördü, öğle molası iki dakika önce bitmişti ve burada olan öğrencilerin derste olmaları gerekiyordu.

Yanlarına ilerledi ve siyah deri koltuklara yayılmış halde oturan grubun önünde durdu. Hepsinin karanlık tarafa yakın ailelerden geliyor olması ne de tesadüftü.

"Burada neler oluyor?" Kollarını göğsüne bağladı ve her zaman olduğu gibi otoriter sesiyle mırıldandı. Her şey değişmişti ve aynı zamanda da hiçbir şey değişmemişti. Harper bunu; aklına, kalbine, ruhuna ve tüm benliğine kazımıştı.

"İşine bak Slughorn." Rosier ailesine mensup öğrencilerden bir erkek alayla sırıttı ve içki şişesini kafasına dikti. Harper'ın, Slytherin binasındaki gücü babasının ölümüyle bitmişti.

"Ders saatleri içerisindeyiz ve bildiğim kadarıyla hepinizin dersleri var." Harper ses tonunu ve yüz ifadesini bozmadan konuştu. Biraz takıntılı olduğu söylenebilirdi ama çoğu kişinin hangi derslere girdiğini ezbere biliyordu. Bunun için özel bir çaba harcamamıştı ama bina başkanı olduğu için ister istemez aklında kalıyordu.

Emily Carrow başta olmak üzere birkaç ölümyiyen ağızlarının içinden küfür mırıldandı ama bu küfürleri sadece Emily seslice dile getirdi. "Siktir git Slughorn. Tutman gereken bir yasın yok mu senin? Kaç güldü oldu, yirmi mi?" Emily alayla ve daha çok acımayla Harper'ı süzdü.

Harper bu acımasız yorumla kalbinin atışının yavaşladığını hissetti, hayır yavaşlamamıştı... Sanki durmuştu. Eski arkadaşlarından birinin ona bu şekilde saygısızlık yapması çok gurur kırıcıydı ve Harper bunu salondaki diğerlerinde bildiğini biliyordu.

Ayrıca bugün otuz üçüncü gündü.

Saymayı bir an bile bıraktığı söylenemezdi. Saymayı bırakırsa delirirdi, Dünya'sındaki tüm renkler solardı. Saymayı bıraktığı gün Harper'ın da öldüğü gün olacaktı.

"Senin gibi bir zavallıyla konuşmaya istekli gibi mi duruyorum, Carrow?" Harper yüz ifadesini bir saniye bile bozmadan bakışlarını yutkunan kıza çevirdi. "Küçük şovunuzu anlamadığımı, sizden korktuğumu ve dahası neyi arzuladığınızı bilmiyor muyum sanıyorsun?" Salondaki tüm nefes sesleri kesildi. Harper artık masum kız taklidi yapmayacaktı.
Çekindiği bir babası yoktu. Saklaması gereken bir kişiliği yoktu. Neden amacını tüm Dünya'ya haykırmayacaktı ki? Neden düşmanlarına kendini aşağılatacaktı?

"Acı insanı değiştirir derlerdi, inanmazdım. Bizim örnek öğrenci Slughorn sonunda bir Slytherin olduğunu anımsamış sanırım." Emily aldığı cevapla başını eğmiş cevap vermeyi denememişti bile ancak Severus Snape kendini toparlamış ve hemen yanıt vermişti. Tabii alaycılığı da üzerindeydi.

"Bir Slytherin olduğuma siz mi karar veriyorsunuz? Salazar'ın asilliğine hakaret eden siz mi? Onursuz, gurursuz ve hatta şuursuz olan siz mi?" Harper alayla güldü ama bu yalnızca Severus'un sinirle üzerine yürümesine sebep oldu. Harper bir adım bile kıpırdamadı, onun aksine asasını çıkarmadı. Çenesini kaldırdı, babasının duruşunu ve annesinin onurunu üzerine giydi.

Penumbra - Sirius BlackWhere stories live. Discover now