donunun rengi

149 29 14
                                    

O günden sonra her gün kafa yormaya başladım, iki hafta olmuştu ve o Minho'yu bazen evinin önünde görebilsem şanslı hissediyordum kendimi. Onunla bu zamandan yana tek buluşmamız pijamalarını vermek için gittiğim vakit olmuştu. Konuşmamıştık zaten, kapıyı Hyunjin açmıştı. Sadece pijamalarını vereceğimi söyleyip vermiş ardından evime dönmüştüm. Acaba ben yokken Hyunjin'i mi alıyordu yanına, onunla mı çalışıyordu? Belki de o daha iyi bir asistan olurdu. Başımı iki yana salladım, bunları neden düşündüğümü bile bilmiyordum.

Ya gerçekten bana ihtiyacı yoksa?

Aklımdaki düşünceleri kovmak için yanağıma minik bir tokat atsam da bununla başa çıkmak zordu. Aklıma Hyunjin'in nasıl Minho'ya sokulduğu geliyordu işte, yakınlardı belli ki. Düşünmem gereken bu bile değildi, önceliğim Minho ve Hyunjin'in yakınlığı olmamalıydı. Kendi aptallığıma kızarak müzik açıp kulaklıklarımı taktı ve okulun yolunu tuttum. Yürürken durağa varmadan gördüğüm bana masum masum bakan kediye gülümsedim ve hafifçe eğilerek kediyi sevmeye başladım. Hesaplayamadığım şey çalılarda gizlenen kedilerin koşarak yanıma gelip sevgi için bacağıma sürtünmeye başlamalarıydı.

"Siz de mi? Ah, geç kalacağım."

Kedilerin sürtünüşlerinden belliydi aç oldukları, hemen yanımdaki markete girdim ve elimi çabuk tutarak üç paket küçük boy yaş mama aldım.

"Pspspspsps" dedim eğilerek kedileri bir ağacın yakınına çağırırken. Kediler mamaları görerek koşarak yanıma gelmiş, sürtünmeye başlamışlardı. Gülerek hafifçe kedilerin hepsini okşadıktan sonra mamaları yere döktüm ve onların açlıkla mamaları yiyişini izledim.

"Siz güzel güzel yiyin ben okula gidiyorum tamam mı?" dedim sanki kedilerden onay alabilecekmiş gibi. Boş mama paketlerini çöpe attıktan sonra koşarak durakta bekleyen otobüse bindim, geç kalmış olmalıydım. Cama yasladım başımı, otobüs tangır tungur ses çıkarıp başımı cama vururken sessiz bir küfür edip arkama yaslandım ve müziğin sesini fulledim.

Sarsıntılı yolculuğum bittiğinde sallana sallana okulun girişine yürümüş, güvenlikçi abiye selam verdikten sonra müdüre görünmeden sınıfıma gitmeye çalışmıştım. Tahmin ettiğim gibi derse geç kalmıştım, özür dileyip içeri girdim. Müsade aldığımda sırama geçti ve çantamı bırakıp kollarımı masanın üstünde birleştirdim. Başımı kollarımın arasına alıp uyumak istiyordum, ders dinlemek istemiyordum şu anda. Matematikçinin gözleri arada bana kaydığından mecburen derse odaklanmaya çalıştım. Başarısız bir ders dinleme deneyiminden sonra halay müziğiyle araya girdiğimizi anlamıştım. Teneffüs zilimizin halay müziği olması başta garip gelmişti ama artık alışmıştım. Sıkıntıyla defterimden bir kağıt kopardım ve küçüklükten beri yaptığım minik kağıt yıldızlardan yapmaya başladım. Gözlerim ellerimdeyken yanıma gelip bana sokulan Felix'le ilgilenemezdim o an.

"Ne yapıyorsun?"

"Hiç, oyalanıyorum işte." dediğim kağıdı bükerken.

"Hala Minho hyungı mı düşünüyorsun?"

Derin bir nefes verdim sıkıntıyla ve başımı salladım.

"Dert etme bu kadar hm?" dedi Felix.

Sorun da oydu ya zaten, dert ediyordum ve bu durumun neden bu kadar canımı sıktığını bile bilmiyordum. Minho hyung herhangi biriydi işte, işten kurtulduğum için mutlu olmalıydım.

"Seungmin, ekstra işten kurtulduğum için mutlu olmalıyım ama değilim. Neden sence? Neden gözlerim doluyor bana öyle baktığını hatırladığımda?"

Sıramın arkasında olan Seungmin'in elini omzumda hissettiğimde elini tutup yanağımı avcuna yaslamıştım. O yanağımı okşarken mırıldandı.

"Seni önemseyen birine yanlış yaptığını bildiğin için olabilir. Ne de olsa Minho hyung en kötü durumda bile senin yanında oldu, seni ailene bırakabilir onlarla yüzleştirebilirdi ama yapmadı; evine aldı değil mi? Suçluluk duygusu olabilir Hanji." dediğinde daha fazla tutamadığım göz yaşının yanağımdan süzülerek Seungmin'in avcuna damlamasına izin vermiştim.

"Öyle olmalı." diye mırıldandım.

"Ji sana bir şey sormak istiyorum." dedi Felix bir süredir koruduğu sessizliği bozarak. Başımı sallayıp onu onaylarken Seungmin'in elinden de ayrılmıyordum. "Sen bunu gerçekten iş olarak mı görüyordun ki?"

Sorduğu şey aslında her şeyin kilit noktası olurken ben donakalmıştım, sahi bunu gerçekten bir iş olarak mı görüyordum? Minho hyunga gittiğim zamanlar her ne kadar söylensem de aslında çok eğleniyordum, onun yanında olmak iyi geliyordu. O heykelini yaparken onu izlemek, o günlük işi bitince birlikte yemek yemek, eğer zamanımız olursa film izlemek veya başka şeyler hakkında konuşmak, gitmeden önce kedilerini sevmek; bunların hepsini yapmayı seviyordum. Yüzümde bir gülümsemeyle ayrılıyordum o evden ama şimdi bunların hiçbiri yoktu ve ben hayatımda bir boşluk yaratmışım gibi hissediyordum.

"Sessizliğini bir cevap olarak kabul edeceğim."

"Onunlayken... hiçbir zaman sıkılmadım. Onun yanında olmak eğlenceliydi ve o benim için hiçbir zaman heykelini kırdığım için yardım etmem gereken hyungım olmadı, hep daha fazlasıydı. Yani başlarda öyleydi ama değişti." dedim düşüncelerimi toplarken. Yanağımı Seungmin'in avcundan kaldırmış ve nefes arasına girmiştim.

"Ona değer veriyordum, arkadaş gibiydik."

Seungmin omzumu sıkarken ufaktan Felix'le birbirlerine düşünceli bir şekilde bakmalarına şahit olmuştum ama hemen geçmişti. Seungmin sıcak gülümsemesini yerleştirdi yüzüne ve başını salladı.

"İçindeki huzursuzluğun sebebini anladıysan kendini affettirmek için bir yol bulmaya başlamalısın Hanji."

Başımı salladım ve konuşmanın başından beri fark etmeden yaptığım kağıt yıldızlara baktım.

🗽

Eve döndüğümde yaptığım ilk iş yorgun argın işten gelen abimi darlamak olmuştu.

"Hyung önemli diyorum sana!! Minho hyung neleri sever, en sevdiği yemek ne? En sevdiği aktivite, en sevdiği renk, en sevdiği gün, en sevdiği mevsim, donunun rengi-"

"Hanji, Hanji dur! Nefes al." dedi Chan beni durdururken. Dediği gibi durdum ve nefes aldım.

"Neden istiyorsun bütün bu bilgileri? Hem ben nereden bileyim adamın donunun rengini?"

"Boş ver neden istediğimi, hayat memat meselesi diyorum."

Chan derin bir iç çekti ve bir süre düşündü. "Zambakları sever."

En ufak bir bilgi bile olsa işime geleceğinden teşekkür ederek abime sarıldım. Sonrasında deli gibi merak ettiğim o soruyu sordum.

"Minho hyung nasıl?" dedim hafif çekingen bir tavırla.

"İyi gibi, iyi olmaya çalışıyor diyelim."

"Ne oldu ki hyung?"

Chan iç çekti ve saçlarını karıştırdı sıkıntıyla. "Bana da çok anlatmıyor ama anladığım kadarıyla sergi için sunacağı heykel yetişmemiş ve haftaya kadar yetiştirmesi gerekiyormuş. Şimdi bile çok güzel duruyordu oysa, durgun gözüküyordu."

"NE?" demiştim şokla bağırarak. "Daha bitmemiş hali bile iyi gözüküyordu! Eminim Minho hyung onu haftaya bitirebilirdi."

"Bilmiyorum Jisung ama zaten pek niyetli değil gibilerdi, yerine başkasını bulmuşlar."

Bir kere daha suçluluk tüm bedenimi sarmıştı. Heykeli yetiştirememesinin sebebi bendim, en başında bitirdiği heykeli kırmasaydım bunların hiçbiri olmayacaktı. Seungmin haksızdı, bu sefer düzeltemeyeceğim bir durumun içine girmiştim.

little accident | minsungWhere stories live. Discover now