5 ↝ beni yanlış anlama

23.9K 2.4K 1.9K
                                    

Jin benim için her zaman bir babadan çok anne olmuştu.

Bilemiyorum böyle hissetmemin bir çok nedeni vardı galiba. Küçüklüğümden bu yana onu hep yemek hazırlarken, ev için koşuşturup, bir yerlerin tozunu alırken görmüştüm. Bu bana, arkadaşlarımın evine gittiğimde annelerinden gördüğüm davranışları anımsatırdı ve hayatımdaki anne eksikliğini hep o kapatmıştı. Babamın yokluğunu dolduran ise Namjoon'du.

Onlara baktıkça dünyanın daha katlanılabilir bir yer olduğunu hissediyordum. Her şey üstüme gelirken anlıyorlardı mesela. Başta garipti. Kalbimde ne zaman bir ağrı hisseder de mutsuz olursam odama kapanır, durgunlaşırdım ve kapımın açılıp yatağıma iki bedenin eklenişini sessizce izlerdim. Çok bir şey yapmazlardı aslında. Biri sağıma diğeri soluma oturur beni güvenli hissedeceğim bir kucaklaşmaya dahil ederlerdi. Bütün acılarımın uçtuğunu hissederdim.

Çok sorgulamıştım. Neden annemin öldüğünü, babamın beni bırakıp gittiğini ve sıcak bir yuva yerine sokakta yattığımı. Tanrı'da sesimi duyup bana bir neden vermişti işte. Babalarımı göndermiş ve zamanını bekliyordum demişti belki de. Ne olursa olsun, minnettardım. Kader denen şey vardı bana göre. Sadece bir şeylerin şekillenmesi zaman alıyordu. Bir diziyi izler gibi hayatımızda gelişen olayları takip ediyorduk. Sanırım iyi şeylere ulaşmanın tek yolu sabretmekti.

Ve işte işin kötüsü de buradaydı. Ben hep sabırsız bir çocuktum.

Aradan yıllar geçmişti. Odam, yatağım değişmişti. Artık penceremden eğilip baktığımda seneler önce diktiğim küçük fidanları koskocaman bir ağaç olarak görebiliyordum. Eskisi gibi yine bütün görkemiyle duran meşe ağcının kalın dalında asılı salıncağıma oturduğumda ayağım yere değmezken şimdi sığamadığım gibi bir gerçek bile vardı ortada.

Büyümüştüm, farklılık gösterip zamana karışan bir çok şey vardı. Duygular, düşünceler bile değişmişti. Artık üzüldüğüm şeyler sudan sebeplerde değildi hem.

Ama yine de istisnalar vardır, bilirsiniz. İstisnalar, sonsuza dek olmaya devam da edecektir. Benim istisnam ise bu iki harika adamdı.

Hafta sonun getirdiği rahatlığa kalp kırıklarım, kafamdaki soru işaretleri ve daha bir çoğu eklenmişken odamdaydım. Yatağımda oturmuş, bacaklarımı kendime çekip büyük camdan gökyüzüne bakıyordum. Ne zaman bu duruma gelsem olduğu gibi yine bir tarafımda Namjoon diğer yanımda Jin oturuyordu.

Jin saçlarımı okşarken gülümseyerek bir şey anlatıyordu ama kafam dağınıktı ve söyledikleri bir kulağımdan giriyor diğerinden aynı hızla çıkıyordu. Namjoon'da arada ona cevaplar veriyor ve benden onaylayan mırıltılar bekliyorlardı. Bense bahsi geçen şeyden bir haber, mavilikte süzülen kuşları sayarken "Evet," diyordum. "Bence de."

Jung Hoseok'u düşünüyordum. Yoongi ile aramıza girmek ister miydi merak ediyordum mesela. Bunca zaman onunla olan hi bir tartışmadan galip ayrılamadığımı anımsıyor ve yenilgiyle omuzlarımı düşürüyordum. Bir sebebi yoktu belki ama Min Yoongi'yi daha tanımadan kaybetme fikri içimde bir sızıya sebep oluyordu. Ondan nefret ettiğimi kendime hatırlatmaya çalışıyordum ama düşüncelerimin sonunda bu bilgi hep bir kenara atılmış olarak kalıyordu.

Kafamı, dizlerime koyduğum yerden kaldırıp tam karşımda duran dolabımın boy aynasına baktım. Güzel gözüküyorduk, mutlu aile tablosu tam olarak buydu ama içimde ki karmaşa her şeyi, hepimizi daha yorgun gösteriyordu gözüme.

"İlk nasıl anladınız?" dedim babamın tamamlanmamış cümlesini keserken. "Aşık olduğunuzu yani. Nasıl, nerede anladınız? Nasıl emin olabildiniz?"

"Korkunçtu." dedi Namjoon direk. Bu belki de almayı beklediğim son tepki falandı. "Jin'i gördüğüm ilk zamandan itibaren kalbime saplanan bir sızı vardı ve kendimi bunun yanlış olduğunu söyleyip duruyordum. Bizim zamanımızda iki erkeğin sevgili olması çok da kolay bir şey değildi. Ona itiraf ettiğimde beni kınayacak ve nefret edecek diye düşünüyordum."

madness : yoonmin ✓Where stories live. Discover now