Justin'in öpücüğü birkaç saniyeliğine dünyanın en büyüleyici anıydı. Sanki her şey birden ağır çekime geçmiş, etrafta bizim dışımızda kimse kalmamış ve o kısacık öpücük bir ömür gibi sürmüştü. Her şey bir film sahnesinden fırlamış gibiydi. Öpücüğün ardından film karakterlerinin sevgili olması ve sonsuza kadar mutlu yaşamaları kısmı hariç.
Çünkü beni öpüp geri çekildiğinde ve hiçbir tepki vermediğim için bir süreliğine sessizlik olduğunda, gitmem gerektiğini söyleyip yanından kalktığım gibi çekip gitmiştim. Yüzünde nasıl bir ifade oluştuğunu görebilecek kadar bile bakmamıştım ona, yine aptallığımı konuşturup üzerine düşünmediğim bir karar vermiştim. Ama kalsam ne olacaktı ki? Bunun sonunun nereye gidebileceği beni ürkütmüştü, Justin'in beni öpmesi beklediğim bir şey değildi.
Ayrıca Naomi de canımı okumuştu, onu neredeyse hiç tanımadığı insanlarla tek bırakıp gittiğimde beni bin defa aramıştı ama ona verebileceğim bir cevabım olmadığı için aramalarını açmamıştım. Ne kadar kızmış olsa da iddia ettiği kadar kötü zaman geçirmemiş olmalıydı çünkü konserin sonuna kadar kalmıştı. Konser bittiğinde ise soluğu benim evimde almıştı, hareketlerinden biraz alkol kullandığı belliydi ama aklı hala yerindeydi. Onu eve bırakanın Matt olduğunu ve Justin'i de bir daha hiç görmediklerini söylediğinde kendimi daha da kötü hissettim.
Naomi'ye Justin'in beni öptüğünü söylediğimde ise çığlıklar atarak tepki vermişti. Ona göre daha biz giderken böyle bir şey olacağını biliyormuş, ama herhalde kimsenin tahmin edemeyeceği kısım benim Justin'i orada öylece bırakıp gideceğimdi. Çünkü bunu duyduğunda Naomi bile neden böyle bir şey yaptığıma anlam verememişti.
"Beş yaşında mısın Alexis?" dedi bana ters bir şekilde. "Yani ben de meraklı değilim Justin ile aranda bir şeyler olmasına ama istemiyorsan bile bunu yüzüne söyleseydin, kaçıp gitmek kırıcı olmuştur."
Justin'i istemediğim için kaçıp gitmemiştim, tam tersine onu istediğim için kaçıp gitmiştim. Çünkü bana ilgi gösterdiğini fark ettiğim andan itibaren kendi kendime diğer kızlar gibi üzerine atlamayacağıma dair yemin etmiştim ama olan tam olarak buydu. Bana hissettirdiği şeyden korkmuştum, böyle şeyleri hissedebileceğimi hiç düşünmediğim biriydi o. Ama herkes onun nasıl bir pislik olduğundan bahsederken karşımda bu kadar kibar davranması hayal bile edemeyeceğim şeylere neden olmuştu.
"Ne yapacağımı bilemedim," diyerek savundum kendimi. "Ne diyecektim ki? Bir şeye gülüyorduk ve sonra bir baktım beni öpüyor."
Naomi kendi kendine biraz düşündükten sonra güldü. "Yoksa Justin'den hoşlandığın için mi bu kadar elin ayağına dolandı?"
"Ondan hoşlandığım falan yok," dedim ters ters, sonsuza kadar reddedecektim bu durumu. Kabullendiğim anda mahvolucakmış gibi geliyordu.
"Tabii, öyledir," dedi Naomi ama aksinden emin gibiydi. "Seni çok iyi tanıyorum, ondan hoşlanmıyor olsaydın yanına o kadar yaklaşmasına bile izin vermezdin."
Verecek bir cevabım olmadığı için, "Kes şunu," dedim sadece.
Ailesi alkol kullandığını fark etmesin diye üzerine parfümlerimden birini sıkan Naomi anlamlı anlamlı gülmeye devam etti ama neyse ki daha fazla bir şey söylemedi.
* * *
"Tişörtümün üzerine o portakal suyundan tek bir damla dök ve seni yok edeyim."
Gece evimden gitmeden önce en sevdiğim tişörtlerimden birini araklayan Naomi şimdi bir şişe portakal suyu içiyordu ama o her zaman üzerine içtiği şeyi dökmek ile ünlü biri olduğundan gözümü her hareketine dikmiş bakıyordum. Naomi portakal suyundan sesli bir yudum alıp inadına bana baktıktan sonra önünde durduğumuz dolabını açtı. Portakal suyu şişesini tutmam için aniden bana uzattığında neredeyse benim üzerime dökülmesine neden olacaktı.
"Tarih defterim şuralarda bir yerde olmalı," diyerek dağınık dolabını karıştırmaya başladı. İçinden çıkardığı boş çikolata ambalajlarını ise aynı anda çöpe atmak için elinde biriktirmeye başladı. Bazen bu kadar pis olabilmesine inanamıyordum.
"Oradan çıkan bir defterin hiçbirimize yararı olmaz," dedim dolabına tiksiniyormuşum gibi bakarak. Aslında gerçekten tiksinmiştim. "Bir çöplükten farksız."
"Kapa çeneni yoksa kendini dolabın içinde bulursun," dedi Naomi ama boyu ve kilosuna şöyle bir bakılınca, ben her ne kadar ondan biraz daha zayıf olsam da, bunu yapması imkansızdı.
Yine de elindeki çöpleri tişörtümden içeri falan sokar diye korkup sustum, çünkü böyle agresif hareketler sergileyebiliyordu, ve etrafıma bakındım. Görmek istediğim tek kişi Justin'di çünkü iki ders geçmesine rağmen ne onu ne de arkadaşlarından birini görebilmiştim.
Onu tekrar gördüğümde neler olacağı hakkında hiçbir fikrim yoktu, yanıma gelip benimle konuşur muydu yoksa hiçbir şey olmamış gibi mi davranırdı? Öylece geçip gitmeme alınıp bir daha hiç yüzüme bakmazdı belki de, bunu yapsa onu suçlayamazdım. Justin çözülmesi zor bir kişiliğe sahipti bu yüzden o güzel kafasının içinde neler geçirdiğini, ne yapmayı planladığını tahmin edemiyordum. İçimden bir ses onu gördüğümde gidip benim konuşmam gerektiğini söylüyordu, giden bendim sonuçta. Bir daha gelip benimle konuşmasını beklemem şımarıklık olurdu.
Her ne şekilde olursa olsun, onun ve benim konuşmamız gerekiyordu. Çünkü bu durumun böyle belirsizlik içinde devam etmesi akıl sağlığım için hiç iyi değildi, sürekli bunları düşünüp kendi kendime kafamda kuruyordum.
Daha utanç verici olan ise aklımda sürekli öpücüğü vardı, yumuşak dudaklarının dudaklarıma nazikçe değişi. Sanki büyülenmiş gibi başka hiçbir şey düşünemiyordum.
Ben kendi aklımda, Naomi ise dolabında bir savaş verirken yanıma yaklaşan adımları duydum. Birinin gelip tam karşımda durduğunu fark edince kim olduğunu görmek için anında o tarafa döndüm ve karşımda Maxon'ı buldum. Görmeyi beklediğim kişi olmadığı için hayal kırıklığı yaşamış olsam da , "Selam Maxon," dedim nazik olmaya çalışarak.
Naomi de bir yandan kitaplarının yıkılmasını engellemeye çalışırken bir yandan da bana bakıyordu, dönüp ona bakmadım çünkü yüz ifadesi gülmeme neden olabilirdi.
"Selam Alexis," dedi Maxon. "Şey, konuşabilir miyiz?"

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Good Girls Like Bad Boys
Fanfiction"Çünkü ben bile kendime yabancıyken o hala tanıdıktı."