48 - "Solumdaki Devrim"

3.1K 249 60
                                    

"O masmavi bir gökyüzü. Sonsuzluğu ifade eden bir mavi... Ben ise sadece onunla var olabilen bir gökkuşağıyım."

'İçerde mektup beklemek, yanık türküler söylemek bir de, bir de gözünü tavana dikip sabahlamak, tatlıdır ama tehlikelidir,' diyor Nazım bir şiirinde. Burada bahsettiği tatlılık beklerken geçen zaman olmalıydı. Tehlikesi ise mektup gelmedikçe sabır denen duygunun tükenmesi...

Bir koğuşun üst ranzasında mektubu beklemenin tatlı bir zaman geçirici olduğunu düşünsem de aynı anda o zamanın kölesi de oluyordum. Tehlike de tam olarak buydu. Gardiyan her geldiğinde iki dudağının arasından adımı söylesin diye beklerken akli melekelerimi yitirebilirdim. Kalbim bu tempoya pek dayanıklı çıkmıyordu. Beklemekle mi yetinmeli yoksa hüzne mi boğulmalı o da benim gibi karar veremiyordu.

Zihnimin hakimi olan Ali Bozok. Ne zaman Ali'yi düşünmeye başlasam kendimi tüm insanlıktan sıyrılmış bir halde buluyordum. Ne kadınlar ne de onların sesleri bana ulaşmıyordu. Bu durum ise çaresizliğimi pekiştiriyordu.

Gözlerimi kapatıp zihnimi Ali'den uzaklaştırmaya çalışırken demir kapı açıldı. Kalbim yine ansızın heyecanlanmıştı. Bir gardiyanı dört gözle bekleyeceklerimi söyleseler hayatta inanmazdım. Ben gardiyandan adımı söylemesini beklerken "Bu yeni arkadaşınız," dedi tükürür gibi. Bu ses tonuna sinirlenerek başımı kaldırdım. Tıknaz bir kadın olan gardiyan Emine ile göz göze gelmem de kaçınılmaz olmuştu. Bana her baktığında midesi bulanıyor gibi davranıyordu. Başka bir şey söyleme ihtiyacı duymadan yanında duran başı örtülü genç bir kadını ve yanındaki çocuğu iterek öne çıkardı. Emine'nin bu şekilde davranmasına sinirle yataktan fırlamak üzereyken küçük çocuk ile göz göze geldim.

Gözlerinin koyu kahverengi ışıltısı içimi acıtmaya yetti. Henüz nereye geldiğini anlamayacak kadar küçük bir yaştaydı. Annesinin elini bırakıp masaya doğru koştuğunda Ayşe Abla çocuk yanından geçemeden herkesten önce onu kollarından altından tutarak kucağına aldı. Gözlerim istemsiz bir halde çocuğu takip ediyordu. Gardiyan kapıyı sertçe bıraktığında kadın ağır adımlarla bana doğru gelip altımdaki boş yatağa bakarak "Burası boş mu?" diye sordu.

Hipnoz olmuş gibi oğlundan gözlerimi çekip genç kadına çevirdim. Yeşil gözlerini kırpmadan ne söyleyeceğimi bekliyordu. Evet anlamında kafamı sallamakla yetindim. Çocuğun üzerimdeki etkisinden çıkamıyordum. Biraz da yemek yememiş olmamın halsizliği ile yorgun hissediyordum.

Ne yapacağımı bilmeyen bir şekilde tekrar yatağa uzandım. Ellerimi iki yana bırakıp gözlerimi kapattım. Ne Ayşe ablanın sesini ne de küçük çocuğun sesini duymazdan gelemiyordum. Uyumak için kendimle cebelleşirken bir elime sert bir tokat indi. Artık bu duruma alıştığım için tepki vermedim. Fatma Teyze bunu hep yapıyordu.

Bir tokat daha attı. Ağzının içinde homurdandığını duyuyordum da yine tepki vermedim.

Sonunda "Kalk artık," diye bağırıp bir tokat daha indirdiğinde elime gözlerimi açıp başımı ona çevirdim. "Biraz daha yemek yemezsen dayak atacağım sana," dedikten sonra arkasını dönüp gitti.

Sinirlenmek yerine gülümsedim. "Fatma teyze bu dövmemiş halin mi?" diyerek kendimi üst ranzadan aşağıya bıraktım. Diz kapaklarımın bile ağrıdığını yeni fark ediyordum. Adım atmak için ayağımı kaldırmaya mecalim yoktu

Ters bir bakışla arkasına dönüp beni süzerken "Sen daha döven halimi görmedin tabi," dedi. "Seni bir döverim her gün bana yemek diye ağlarsın. Serseri seni!"

Eğlendiğimi belli eden bir sesle "Vallahi her gün dövüyorsun gibi geliyor," dedim. "Baya dövüyorsun da seviyorum diye bizi kandırıyorsun."

Solumdaki Devrim [Tamamlandı]Where stories live. Discover now