8 - ilk kitap gezgini (ıı)

160 26 17
                                    

Her bir adımda içinde bulunduğu kurguyu daha iyi hatırlıyordu. Okuduğu kitap, ölen baş karakter ve onu öldüren sevdiği kız.

Ve bir de... Jane.

Kurguya ait olmayan bir olaydı genç kız, başyapıt olan bir senfoninin sonundaki o akortsuz nota, bir tabloyu mahveden hatalı fırça darbesi, mükemmel bir pastanın içine yanlışlıkla karışmış o kötü tat...

Peki o bu kitabın neresindeydi, nereye aitti? Henüz belli değildi ancak tüm cevapları karşısındaki çocuktan alacaktı.

"Duncan?"

Kızın kendisine seslenmesiyle mavi gözleri onunkiyle buluştu ve genç kız bir saniyeliğine yürümeyi ve nefes almayı kesti, sanki gözlerinde hayat bulmuştu deniz. Boğulmaktan korkuyordu.

"Evet, siz kimsiniz?"

"Jane!"

"Ama boşver beni, sen nasılsın?"

Sorduğu sorular ikinci soru, karaktere sorulabilecek en saçma soruların başında geliyordu. Hele yeni tanışmışken. Yani... Teknik olarak yeni tanışmışken, sonuçta onu kendinden bile daha iyi tanıyordu ama Duncan, bunu bilmiyordu. Gerçek, Jane'in suratına bir tokat gibi çarptı ve ilk defa içinde bulunduğu durumu bir çocuk oyunu gibi görmeyi bırakıp ciddi bir şekilde düşündü. Aslında durum gerçek olamayacak kadar güzeldi.

Çocuk, kızın aşık olduğu ellerini, yine aşık olduğu saçlarına götürüp sıkıntılı bir şekilde kaşıdı, yüzünü buruşturmuştu. Ve bu, fazlaca hayran olan kızı düşüncelerinden sıyırıp henüz emin olmadığı gerçekliğe döndürdü.

"Biraz endişeli diyelim... Beni nereden tanıyorsun?"

Ve işte... Onun da cevabını en çok merak ettiği ve yanıtlamaktan çekindiği bir soruyu, çocuğun sesinden duymuştu.

"Kulağa inanılmaz geldiğini biliyorum ama seni tanıyorum. Köyün yukarısındaki çayıra gizlice gidip orada oturduğunu, bazen üzerindeki sorumluluklardan kaçmak için ortadan kaybolduğunu. Kaymaklı biranın en sonunu hep masadan kalkmadan önce içtiğini, uyurken pencereleri açık bırakıp uyandığında üzerinde tatlı bir üşümenin olmasını sevdiğini..."

Öyle dikkatli okumuştu ki o satırları... Kendisini anlatmaktan daha kolay geliyordu Duncan'ı anlatmak. Kıskançlığını derinlere ötmeye çalışıp devam etti, bu sırada ayağa kalkmış ve onun karşısına dikilmişti.

"Sevdiğin kızı tanıyorum, kömür gibi saçları ve ela gözleri olan. Sana baktığında nefesinin kesildiğini biliyorum, onun için şarkılar bestelediğini ama asla söyleyemediğini. O senin çocukluk aşkın..."

Gözlerindeki korkuyu gördü, bunlar kimseye anlatmadığı şeylerdi ve genç kızın nasıl olup da bildiğini sorguluyordu. Aynı anda konuştular.

"Ama o seni sevmiyor."

İkisi de birbirini anlayamadı çünkü kapı gürültüyle açıldı ve içeri elbisesinin etekleri yerleri süpüren, az önce Jane'in kurduğu cümlelerin öznesi girdi.

Remle, ondan ölesiye nefret ediyordu.

Çünkü kız öyle şeyler yapmıştı ki, Jane'in elinde olsa o güzel ve yumuşak saçlarını teker teker yolup ayakkabı yapımında kullanması için babasıa götürürdü. Şimdiye kadar ayakkabı yaparken saç teli kullanılmamış olsa da çok parlak bir fikir olduğunu düşünüyordu kız...

Aklına babasının gelmesiyle düşündü, acaba şimdi dışarıda ne oluyordu, ailesi onun için endişelenmiş miydi?

Kendi hayatından adım adım uzaklaşıyordu ve bu tuhaf bir şekilde hiç tuhaf gelmiyordu. Sanki başından beni ait olduğu yer burasıymış gibiydi.

Evden, Remle'den uzaklaşıyorlardı, birazdan çocuğa her şeyi anlatacak ve onun Remle'den soğumasını sağlayacaktı, dahiyane planı buydu ve eğer inanmazsa eve geri dönüp kızı konuşturabilirlerdi. Gerçekler ortaya çıkınca da Duncan mutlu bir şekilde yaşar, her şey güzel olurdu.

Jane içindeki kötü hisle düşündü, mutlu son yakındaydı ve sanki tüm bunlar çok kolay gerçekleşiyormuş gibiydi ama umursamadı, zaten yaşadığı şey yeterince zordu. Çığlık atmak istiyordu.

Aradan zaman geçti, Duncan'ı iknâ etti ve kitabın sonunu değiştirmeyi başardı ancak kendi sonu konusunda pek yaratıcı sayılmazdı.

Çünkü kendi dünyasına dönmüştü, ilk işi kitabı yeniden okumak oldu ve Duncan karakterinin kitaptan tamamen çıktığını fark etti. Kitap tamamen değişmişti ama kız merak ediyordu, neredeydi karakter?

Kitapta neler yaşanırsa yaşansın Jane'in kendi hayatı devam ediyordu, yokluğu kimse tarafından fark edilmemişti. Görünüşe göre kitaptaki zamanla kendi zamanı farklı işliyordu.

Hayatının geri gelmesi güzeldi güzel olmasına ama Duncan'ı kitapta bile okuyamamak, ondan uzaklaşmak kızı öldürmüştü, mecazen.

Ta ki, babası yanında çalışmaya başlayan çırağını akşam yemeği için eve getirinceye kadar.

Jane, çocuğu görünce şaşırdı, çocuk da şaşırmıştı. İkisi de birbirlerini tanıyor ancak diğerlerinin bunu anlamasını istemiyordu. Genç kız hayalî karaktere nasıl bir hayranlıkla baktıysa, gözlerinde kendi sevincinin yankısını buldu. Ona, kızı seviyormuş gibi bakıyordu, onun için çok büyük anlamlara sahipti sanki.

Boynuna atlamak ve onu gördüğüne ne kadar sevindiğini anlatmak üzereydi ki... Orada olduğunu çoktan unuttuğu babası konuşup ikisini de gerçek dünyaya döndürdü.

"Jane, bu Duncan. Sana ondan bahsetmiştim."

"Evet..." diye fısıldadı genç kız. "Onu tanıyorum."

Eski Dünya Yadigârı: "Avcı"Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin