çukurun dilsizleri ve hayatta kalan son adam

111 20 21
                                    

"Kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada, söz yasaklanmalı."


Ejderlerden, şekil değiştiren hayat avcısıdan, denizin dibindeki efendiden ve kitap gezgininden uzakta kalan bir çukurda yaşayan insanların tek dertleri, sesleriydi.

Asla güneşi görmemiş, onun ısısını hissetmemiş olan küçük bir topluluk uzun yıllar önce lânetlenmişti ve lânet sonucunda da güneşleri ile seslerini kaybetmişlerdi, diyarları gezip insanların en değerlilerini çalıp kavanozlarda saklayan çirkin bir kadın en değerlilerini çalmıştı onlardan.

Artık sadece karanlıkları ve oluşmayan cümleleri vardı.

Sesleriyle birlikte zamanla birtakım duyguları da yok olmuştu ama kimsenin bunu yadırgadığı yoktu. İlk nesilden sonrası böyle doğdukları için normâl sanıyorlardı. Nesiller ilerledikçe ilk insanların anlattıkları masala dönmüş ve zamanla unutulmuştu.

Bir kişi dışında, her şeyi hatırlayan tek bir adam vardı ancak henüz doğmamıştı bile. Onun zamanı gelmemişti.

Tıpkı yerin üstünde yaşayanlar gibi çukurdakilerin de aileleri, evleri ve önemsedikleri aslında önemsiz olan şeyler vardı.

Doğuyor, yaşamaya çalışıp ölüyorlardı ve tüm bunları sessizlik içinde yapıyorlardı. İletişim kurmak için konuşmaya gereksinimleri yoktu.

Avcıya kadar.

Avcı ne doğmuştu ne de ölebiliyordu, hatta avladığı insanlardan yaptığı maskeleri tamamen çıkartmaya çalıştığında yok oluyordu. Avladığı canlılardan yaptığı maskelerden ibaretti ve tüm derdi birazcık var olmaya çalışmaktı, bu yüzden yaşam amacı yeni avlar bulmaktı. Dünyanın var olan ve girmediği deliği yoktu, küçük bir kelebeğin de anılarını çalabilirdi ondan tonlarca ağır ejderhanın da...

Bazen yaşlı bir adam olup ölüyordu, bazen bakireliğini kaybeden küçük bir kız... Tatmadığı duygu kalmamıştı ve bu da onun canını sıkıyordu, daha önce ejderha olup ateş püskürmüştü ama yapmadığı şey ejderhayı yönetmekti.

Çünkü kısa bir süre önceye kadar ejderhaların yönetilebildiğini bilmiyordu, ejderhalar gözyaşlarını herkesten saklamışlardı, gözyaşı düşene kadar kendi nesillerinin bile haberi olmamıştı insanların kontrolü altına girebildiklerinden.

Çünkü bunu başarabilen tek bir kişi vardı, tek bir kız ve onun ejderhası, onların haberini çok uzun bir zaman önce almış ve sabırla beklemişti. En sonunda ejderha tüccarlarına yaptığı eziyetleri ve diğer söylentileri duyunca yola çıkmış ve isimsiz, bedensiz avcının yolu çukurdan geçmişti.

Aradığını bulamayınca arkasına bakmadan gitmişti gitmişti ama bilmeden de olsa insanlardaki farklılığı onların yüzüne vurmuştu.

Onlar dünyayı kendilerinin olduğu küçük çukur sanıyorlardı ve dünyadaki tüm duyguların tüm seslerin lanetten etkilendiğini...

Ama gerçek hiç de öyle değildi, avcı gelmiş, biriyle konuşmaya çalışmış, başaramayınca da çukurdaki en yalnız, ölünce hatırlanmayacak bir insanın sessiz anılarını alıp gerisiyle ilgilenmemişti.

Def olup gittiğinde arkasında bıraktığı yıkımdan haberi yoktu.

Ondan sonra insanlar kaybettikleri duyguları yavaş yavaş keşfedecek ve kendilerini bir türlü ifade edemedikleri için ölmeyi deneyeceklerdi.

Zamanla bunların her biri gerçekleşti, önce sevgiyi ve nefreti, daha sonra hüznü hisseden insanlar konuşmak için, birilerinin sesini duymak için ağladı ve acizliklerinden utandılar.

Bir kuş ses çıkartıyordu, bir köpek ve bir domuz bile ses çıkartıyordu ama kendilerini hepsinden üstün gören insanların tek yapabildiği onları dinlemekti. Dayanamadılar ve birer ikişer kendilerini bildikleri tek toprak parçasının içinde öldürdüler.

Koca bir topluluktan, yüzlerce insandan tek bir adam kaldı. Her şeye rağmen kendi sesini duyacağına inanan bir adam...

O adam doğacak, yaşlanıp ölmeye yaklaşacak, sesini kavanozda saklayan kadına nefretini haykıracak ve hatta yağmuru durduracaktı ama henüz değil.

Şimdi, sırası gelene kadar cesetlerle, cesetlerin hayaletleriyle dolu olan kasabada, tek başına sessizlik kulaklarını sağır ederken doğmayı bekliyordu.

Eski Dünya Yadigârı: "Avcı"Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin