2.BÖLÜM:KAFESTEKİ KUŞ

17.6K 529 27
                                    


Bazen hayat en olmadık zamanda sizi sınava tabi tutar. Yara aldığın yerden gelen sorular tekrar tekrar hatırlatır sana o günleri. Beklenmedik cevaplar bir anda çıkagelir. Yeni kişiler kaçınılmaz olur, sevdiklerin ise elinden yavaşça kayıp gitmeye başlar. Endişe beni esir aldığında aklımdan sürekli türlü türlü senaryolar uyduruyordum. En kötüsü ise onu kanlar içinde bulacağımı düşünmemdi. Öyle bulmama umuduyla son sürat eve ulaştım. Kapıyı adeta kırarcasına açtım ve odalara bakınmaya başladım. Bir yandan adını haykırıyor bir yandan da gözümün önüne gelen kötü görüntüleri kovuyordum. Kilere doğru inmeye başladığımda karanlık insanı hapsediyordu. Göz bebeklerim ışığa muhtaç, kalbim ufacık bir umuda açtı. Merdivenlerden indikçe siyahlık beni içine çekiyordu. Tozlu zeminde attığım adımlar tıpkı bir bıçak gibi sessizliği kesiyordu. Ellerimle yolumu bulmaya çalışıyordum. Ne bir ses ne de bir hareket vardı odada. Sadece acı bir sessizlik... Ellerim pürüzlü zemini hissettiğinde tuttuğum çığlığımı serbest bıraktım. Onun olduğunu düşünme umuduyla parmaklarımı usulca yukarı çıkardım ve yüzüne ulaştım. Çıkık elmacık kemiklerine ve sivri burnuna dokunduğumda gözlerimden kopan gözyaşları özgürlüğe kavuştu. Kollarımı ona sarıp kendine has kokusunu içime çektim.
"Abla?"
Titrek bir şekilde fısıldadığında yorgun olduğuna kanaat getirdim. Omuzlarını kavrayıp onu ayağa kaldırdım. Cılız kollarını bana dolayıp zorlukla aldığı sıcak nefesini yüzüme üfledi. Sanki burada olduğunu garantilemek istiyordu. .
"Buradasın Hakan. Ben buradayım"
Güven veren sözlerimi duyduğunda karanlıkta bile olsa tanıdığım o ela gözlerinden anlık pırıltılar geçti. Merdivenleri çarçabuk çıkıp kendimizi ışığın güvenli kollarına attık. Büyük koltuğa yöneldim ve Hakan'ı yumuşaklığın rahatlığıyla tanıştırdım. Şakaklarımı ovuşturup karşı koltuğa oturdum.
"Daha iyi misin?"
Göz kapaklarını yavaşça aralayıp yüzüme baktı. Duygularımı anlamaya çalışıyor gibi duruyordu. Ancak yüzümden ne düşündüğümün fark edilmediğini biliyordum. Çelik zırhlı maskem yine yüzümdeydi ve yine duygularımı dışarı sızdırmıyordu.
"Biraz daha iyiyim. Teşekkürler"
Doğrulup yastığını kabarttı ve kendini oturuş pozisyonuna getirdi. Çatlak dudaklarını ıslatıp bana döndü.
"Sen neredeydin?"
"Yağmur bastırmıştı, ben de dinene kadar bir kafede oturdum. Anlayacağın merak edilecek bir şey yok. Asıl sen ne yaptın?" deyip tek kaşımı merakla havaya kaldırdım. Yine aynı yere gitmediğini umuduyordum. Çünkü gittiyse bu sefer elimden zor kurtalacağı aşikardı. Sıkıntıyla nefesini dışarı üfledi ve bana 'yeter artık!' dercesine baktı.
"Hayal kırıklığına uğrayacaksın ama evet yine bardaydım ve evet yine uyuşturucu almaya gittim. Ancak senin için güzel bir haberim var! Param olmadığı için bana vermediler bu yüzden de berbat haldeyim"
Gözlerinin altındaki morluklardan ve kireç gibi duran yüzüne bakılırsa berbat bir halde olduğu anlaşılıyordu. Ancak tozu alması onu daha da kötü duruma düşürürdü. Bu yüzden de oraya gitmesine mani oluyordum ama elimden kurtulmuştu. İpleri yine kendi eline almıştı ve hayatını kendisi yok ediyordu şimdi.
"Sence verirler mi artık Hakan? Borç üstüne borç! Bence sende artık umudunu kes"
"Hayır! Bana o tozu verecekler! Aksi takdirde ben almasını bilirim"
Bağırışı içimi ürpertip kulaklarımı çınlattı. Bu kadar çaba harcamasına sinir oluyordum. Uyuşturucu alması onu dibe itiyordu ancak o beyazın tutsaklığına maruz kalıyordu. Zincirlerini kendine daha çok doluyordu. Kollarımı göğsümde birleştirip sırtımı koltuğa yasladım.
"Ne yapacaksın? Cinayet mi işleyeceksin?"
Cinayet kelimesini duyduğunda yüzü daha bir beyazladı. Bedeni buz kesip olduğu yerde kalakaldı. Ancak anlık bir duraklamadan sonra bana cevap verdi.
"Gerekirse onu da yaparım" dediğinde kulaklarımın yanlış duyduğunu zannettim. Bu doğru muydu? Benim kardeşimin gözü bu kadar mı dönmüştü? Sözleri havada asılı kalıp odanın sıcaklığını soğuttuğunda oturduğum yerden yavaşça kalktım. Ayaklarımı sürte sürte Hakan'ın yanına vardım ve çenesini kavrayıp yüzünü bana çevirdim.
"Bu sen misin Hakan? Yoksa seni yönlendiren uyuşturucuya olan bağlılığın mı?"
"Asıl bu sen misin abla? Tanımadığı bir adamın ofisinde kalabilecek kadar küçülen sen misin yoksa gölgede kalan anlık zevklerin mi?"
Tokatım yüzüyle buluştuğunda gözlerinden kısacak bir pişmanlık geçti. Ancak pişmanlık yerini kısa sürede öfkeye bıraktı. Parmaklarını kızarmış yanağında gezdirip bana nefretle baktı. 'Nasıl yapabildin bunu?' diyordu sanki gözleri. 'Bana nasıl tokat atabildin?' Pişmanlık duygum filizlendiğinde kalbimi bir kenara bırakıp aklımla hareket ettim. Her ne kadar bu odadan gitmek istesem de bacaklarım kilitlenmiş, dört duvarla duygularım arasında beni esir alıyordu. Sıktığım elimi yumruk yapıp kot pantolomunun cebine soktum. Başımı yüzüne yaklaştırdım ve korkutucu olduğunu düşündüğüm bir sesle fısıldadım.
"Benim gölgede kalan zevklerim hala karanlıkta seninki ise gün yüzüne çıkmış. Tanımadığın yanım işte o kör kuyuda ve sen o yanımı asla görmek istemezsin. Aksi halde sonuçlarına sen katlanırsın"
Ürkütücü nefesim teninde iz bırakırken cesur tavırlarımı sergileyip zincirlerimi çözdüm ve bacaklarımı hareket ettirdim. Duygusal yanım yanlış yaptığımı haykırsa da gözünü korkutmak şimdilik en iyisiydi. Kapıya ulaştım ancak aklıma gelen bir fikirle duraksadım. Dönüp ürkek kardeşimin suratına bir korku daha vurdum.
"Bu arada eğer o bara bir daha gidersen patronuyla konuşup seni sokmamalarını söylerim. Ne de olsa beş parasız adamın tekisin"
Kapıyı sertçe çarpıp arkamda korkudan altına edecek olduğunu bildiğim kardeşimi bıraktım. Kendimi soğuğun hissizleştiren etkisine emanet edip birazda olsa hayatla arama buzdan duvarlar örmeyi diledim. Acaba kelimesini aklımdan bir kez dahi geçirmeden bir gün yaşamanın zevkini umut ettim. Ceketimin fermuarını çekip nereye gideceğimi bilmediğim yürüyüşüme başladım. Asfaltta bıraktığım çamurlu ayak izlerimi görmezden geldim ve önünde dikildiğim banka oturdum. Elimle oturacağım yeri hafifçe silip bacak bacak üstüne attım. Gözlerimi sıkıca yumdum ve soğuğun tadını çıkardım. Yanımdaki kıpırtıyı hissettiğimde uykuya dalmak üzereydim. Gözlerimi homurdanarak açtım ve uykumu bölen terbiyesize baktım. Sarı saçlarını sağ omzunda toplamış ve elindeki romanına dalmış olan kızı gördüğümde onu süzmekten kendimi alıkoyamadım. Benden en fazla iki yaş büyüktü ve üzerine giydiği yıpranmış deri ceket buram buram öğrenci kokuyordu. Parmakuçları açık olan eldivenleriyle toza bulanmış sayfayı çevirdi ve dikkatle okumaya devam etti. Ancak bakışlarımı yakalayınca gözlerini kitaptan ayırdı. Gözlerimi üzerinden çekip önüme döndüm. Genç kız beni tersleyecek gibi duruyordu ama aksine bana içimi ısıtan bir samimiyetle gülümsedi. Kitabının kapağını çevirip dizlerine koydu.
"Aşk ve gurur" dedi. "Romeo ve Juliet'ten sonra en çok sevdiğim ve efsane olarak gördüğüm kitap"
Şaşkınlığımı gizleme ihtiyacı duymadan düşüncelerimi söyledim. Aşk kitaplarını okumaktan haz etmezdim ama okuyanlarada saygı duyardım.
"Açıkçası ben böyle aşklar olduğuna inanmıyorum ve genelde sonu kötü bitiyor. Baksana Romeo ve Juliet'e... Tam kavuştum derken öldüler. Hem de ne için? Bir yanlış anlaşılma yüzünden"
Genç kız bana tuhaf bir şekilde baksa da dudağını ıslatıp saçma sözlerime yorum yaptı.
"Yanlış anlaşılma yüzünden ölmüş olabilirler ama bu onların aşklarına gölge düşürmedi. Belki de şu anda beraber aşklarını devam ettiriyorlar. Hem hiçte aşka inanmayan birine benzemiyorsun" dedi kaşlarını çatarak. Aşka inanmıyor değildim ben. Uğruna ölünecek bir aşk olduğuna inanmıyordum.
"Aşka inanıyorum. Sadece ölünecek bir gerçek aşk olduğunu düşünmüyorum"
"Yani beyaz atlı prensini beklemiyorsun?"
"Daha çok Porsche'si olan bir prens beklemiyorum"
Ikimizin de yüzünde tebessüm oluşunca konuşmayı sevdiğimi fark ettim. Bankta hiç tanımadığım bir kişiyle sohbet etmekten zevk alıyordum.
"Zaten ancak dizilerde görebilirim o arabayı. Ben daha çok motosikleti olan bir prens isterim"
"Gözüm yükseklerde diyorsun yani?"
Sözlerim ile kıkırdaması bir oldu. O gülmeye başlayınca benimde gülmem kaçınılmaz olmuştu. Dudaklarını bastırıp gülmeyi zar zor kestiğinde konuşmaya başladı.
"Ferrari'si olan bir prensten daha düşük bir statüde ama"
Kafamı evet anlamında sallayıp bedenimi ona çevirdim. Önüme gelen asi tutamları hızla kulağımın arkasına kıvırdım.
"Öylesini bulmak zaten hayal"
Tek kaşını havaya kaldırıp bana meydan okudu. "Öyle mi dersin?"
Aklından neler geçtiğini bilmesem de bir fikri olduğunu tahmin edebiliyordum. Ama nasıl bir fikir orası muammaydı.
"Aklından neler geçiyor?"
"Bak..." deyip derin bir nefes aldı. "Belki on beş dakikadır senle tanışıyor olabiliriz ama iyi anlaştığımız ve anlaşacağımız belli. Niye bu sohbeti daha ilerletmiyoruz ki? Kurallarım var ve seninde olduğunu düşünüyorum. Bu kuralları niye beraber yıkmıyoruz? Birlikte çılgınlarca eğlenip hiç yaşamadığımız hayatı yaşayalım. Kısa bir süre olsa bile..."
Sözlerini kafamda tartıp düşünmeye başladım. Dediği gibi on beş dakika veya daha fazla bir süredir konuşuyoruz ama ikimizinde birbirine kanı kaynadığı belliydi. Hiç yapmadığım bir şeyi yapıp yıkmaya başladığım tabularımı tamamen yıkmalı mıydım? Yoksa kendimi güvenli hissettiğim kurallarımla sarılı dört duvara geri mi dönmeliydim? Güven mi macera mı?
Kendime bu soruyu sormalıydım asıl. Kafesteki bir kuş gibi demir parmaklıklar arkasında hayatımı yaşıyor, kanatan iplerime rağmen özgürlüğüme kavuşmak istiyordum. Şimdi ise özgürlüğümün anahtarı bana veriliyordu. Bense onu almak yerine kafam karışık düşünüyordum.
"İlk durağımız neresi?"
Ağzımdan çıkıp serbest kalan kalbimdeki sözler ruhumun derinliklerindeki mahzenden kaçabilmişti. Firar etmiş duygularım bu heyecanı yaşamak için can atıyordu. Göğüs kafesimden fırlayacak olan kalbimi tutup mavi gözlere kendi ametistlerimi kenetledim. Heyecan pırıltıları göz bebeğinden dışarı taşarken elleri sabırsızca küçük elimi kavradı.
"Emin misin?"
Gördüğüm hevesli kıpırtılardan sonra hayır demek büyük haksızlık olurdu. Zaten benim de hayır demeye niyetim yoktu.
"Eminim"
Çığlığı kulaklarımı doldurup kalbimin duygularımla ahenkli bir dansa başlamasına sebep oldu. Sevinç, heyecan, huzursuzluk hepsi bir uyum içindeydi. Bedenime pompalanan adrenalin vücudumu ısıtıyordu. Aniden ayağa kalkınca bütün duygular yerini korkuya bıraktı. Dans karanlığın arasında kayboldu.
"Nereye gidiyorsun?"
Söz dinlemeyen yaşlarım gözlerimde birikmeye başlamıştı. Dışarı çıkmak için bağıran gözyaşları göz bebeğimi yakıyordu. Hafifçe kırpıştırsam birkaç damla kopup özgürlüğe kavuşacaktı. Duygusal günlerin içinde bulunduğumdan fazla hassastım. Dokunsanız ağlayacak olan insanlar kervanına hormonlar yüzünden bende katılmıştım. Dişlerimi sıkıp ağlamama ramak kaldığı için kendime kızdım. Ben iç dünyamla savaşırken genç kız yürümesini durdurdu. Bana gülümseyerek döndü ve elimi sıkıca tutarak çakılıp kaldığım banktan kaldırdı.
"Hadi!" diye azarladı. "Prensimizi bulmaya gidiyoruz!"

BÖLÜMÜN KISA VE BERBAT OLDUĞUNUN FARKINDAYIM. BU YÜZDEN BENİ ELEŞTİRİRSENİZ ÇOK DAHA MUTLU OLURUM. HATALARIM VAR VE BUNLARI SÖYLEMENİZ BENİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİ. HER NEYSE BEĞENMENİZİ UMARAK ÇENEMİ KAPATIYORUM :*

BEYAZA TUTSAK(Kitap Oldu.)Where stories live. Discover now