Bölüm 3

907 97 18
                                    

Yorumlarınızı eksik etmeyin...



Tırnaklarımı oturmakta olduğum siyah, deri koltuğun kenarlarına geçirip duruyordum. İçimde yeniden baş gösteren korku ve içine düştüğüm bilinmezlik, yerimde bile rahat oturmama izin vermiyordu. Aklımda çırpınıp duran soru yığınları onları bastırmaya çalıştığım halde bir boşluğumu yakalayıp zihnimi ele geçiriyordu.

Midem uzun ve hızlı motor yolculuğundan bulanırken, kusmak istediğim halde içimde tutmak için amansız bir çaba sarf ediyordum. Başımda büyük bir ağrı süregelirken, göz kapaklarımda da tonluk bir ağrı taşıyordum. Yine de gözlerimi kırpmaya aman vermeden karşımda gezinen adamın her bir hareketini izliyor ve izledikçe paranoyaklaşıyordum.

Mutfaktaydı, arkası dönüktü. Benim gözlerim onun üzerine mıhlanmışken, onun beni görmüyor oluşundan hissettiğim korkuyu gizlememe gerek kalmıyordu. Ama yine de tuhaf bir şekilde her hareketimi, nefes alışımı dahi duyup ensesinde görünmeyen bir çift gözle beni izlediği hissine kapılıyordum. Bu yüzden de olduğum yerde düz bir ifadeyle oturmak için, özellikle de ağlamamak ve korkudan titreyen bedenimi sakinleştirmek için elimden ne geliyorsa yapıyordum.

Suyun kaynama sesi duyulduğunda, evin içinde ki sessizliğin bozulmasına minnet ettim. Geniş omuzlarını hareket ettirip dolabın üst kısmından bir şeyler çıkardı ve işine odaklanmaya devam etti.
Salonun içine yayılan kasvet havası dönüp dolaşıp üzerime geliyor ve boğazıma yapışıp nefesimi kesiyordu. Burada, tanımadığım bu adamla olmak istemiyordum. Aklımda binlerce fikir üreten sesler vardı ve ben onları susturmak istedikçe daha da çok çıkıyordu sesleri. Aklımın içinde, çığlık atan fikirler o kadar çok fazlaydı ki hangisinin doğru olduğu ayrımını yapamıyordum.

Bir ses, çığlığını kulaklarıma kazıyıp, 'Kaç!' diye bağırdı. Diğer bir ses onun sesini kesip, 'Yerinde kal! Kaçamazsın!' diyerek yeni bir fikre daha hayat verdi. Gözlerimi adamın üzerinden ayırmadan ne yapmam gerektiği konusunda ciddi bir fikir arayışına girdim. Loş ortam, içi kasvet dolu bu oda ve yüzünden sert bakışını eksik etmeyen bu adam yüzünden aklımı yitirmek üzereydim.

Gerçekten kaçıp gitmeli miydim? İçimde konuşup duran seslerden biri burada kalırsam işlerin daha da çok karışacağını söylüyordu ve bu adamın da motora bindikten sonra ki sözleri de bana bir açıklama yapmayacağını doğruluyordu. Tek bir açıklama için, burada, bakışlarıyla bile işkence eden bu adama katlanmak zorunda değildim.

Gözlerim ileride ki çelik kapıda dolanıp, ardından mutfakta bir şeyler hazırlamakla meşgul olan gence çevrildi. Eğer sessiz hareket edersem kaçıp gidebilirdim. Yaptığı her neyse o işe fazla odaklanmış gibi duruyordu, belki benim varlığımı bile unutmuştu çoktan.

Gözlerim avına odaklanmış bir kaplan gibi önce kapıyı son bir kez kontrol edip sonrasında yine tehlike arz eden adama döndü ve tırnaklarım güç ararcasına deri koltuğa biraz daha saplandı. Bacaklarım, kendini uzun bir koşuya hazırlarken bir ayağımı ileri koyup yerimden kalkıyordum ki tehlike gözlerini gözlerimle buluşturdu.

Tüm hevesim içimde parçalanıp göğsümü paramparça ederken öyle bir bakışı vardı ki omzunun üzerinden, kaçıp gitmek bir yana dursun kıpırdanmayı bile bir daha aklımdan geçiremezdim.

Mavi bakışları gökkuşağından kopup gelmiş gibi açık bir renge sahipti. Yüz hatları ise, gözlerinin maviliğine inat delice bir sertliğe, elmacık kemikleri anormal derece bir çıkıklığa sahipti. Kaşları, yüzüne özenle yerleştirilmiş gibiydi ve yüzünde ki mimiklerin belirginleşmesinde büyük öncülük yapıyordu. Bu kadar uzaklık olmasına rağmen onu nasıl bu kadar dikkatli inceleyebildiğime hayret ederek bakışlarımızı ayırmayı denedim. Fakat mavi irislerinin etrafını süsleyen siyah, uzun kirpikleri buna izin vermedi. Birer ok fırlattı sanki gözlerime ve ben bir kez daha kontrolümü kaybettim.

TRAUMLAND -DÜŞLER DİYARI-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin