Bölüm 5

34.2K 2.6K 114
                                    

Saatler sonra yeniden ateşin karşısındaydılar. Ayda hiç bu kadar üşüdüğünü ve acıktığını hatırlamıyordu; ama azimle balık tutmaya çalıştığı saatler aklına geldiğinde aynı zamanda da ne kadar çok eğlendiğini farketti. Daha önce hiç yapmadığı bir şeydi bu ve oltası her titrediğinde o yukarıya çekene kadarlık zaman dilimi boyunca en güzel heyecanları yaşamıştı. Daveon'un ızgarada pişirdiği eti ekmeğinin arasına yerleştirirken midesi bir kere daha guruldadı. Değil bu parçayı, tüm kuzuyu yiyebilirdi doğrusu.
"Söylesene, bu soğukta gerçekten balık tutulabiliyor mu?"
Dave ağızında ki yudumu yuttuktan sonra gülümseyerek cevapladı: "Ne o? Yoksa bu soğukta donmaya doyamadın mı?"
Ayda kızmadı. Evet çok üşümüştü, çok da öfkelenmişti ama itiraf etmek istemese de zihni dinlenmişti. En azından bir kaç saati Erman ile kızılın görüntülerini gözünde canlandırıp kendisine işkence etmeden geçirmişti çünkü zaten ona işkence eden harika bir arkadaşı vardı... Arkadaş? 'Çok güzel şimdi de onu hemencecik arkadaş statüsüne koyuverdim, öyle mi?'

"Bir şey itiraf etmem gerek; ben hiç balık tutmamıştım daha önce."
"Tahmin etmek çok zor olmadı." Ayda oflayarak sergilemeye çalıştığı bütün iyi niyetini geri çekiyordu ki Dave elindeki su bardağını ona doğru uzatarak devam etti: "Ama, yine de iyi idare ettin, hakkını vermem gerek."
Ayda'nın gerilen bedeni rahatlayarak yeniden şöminede yanan ateşin karşısında gevşedi.
"Hiç bir fikrim yoktu ama çok da heyecan vericiydi... Keşke balık da tutabilseydik."
"Aslında tutulabilir. Aşağıda derenin oluşturduğu minik bir gölet var. Normal şartlarda yirmi dakikalık yürüyüş mesafesinde, ama tabi bu havada, yerler bu kadar kayganken, kırk beş dakkikayı bulur sanırım." Dave kısaca Ayda'yı hafifçe süzdü ve kafasını sallayarak kendini onayladı. Ne demekti bu şimdi böyle boyunu, adımını tartar gibi? "Bu havalarda balıklar orada oluyor. İstersen yarın orada deneyebiliriz; sana balık tutmayı öğretebilirim."
Ayda'nın uykulu, yorgun gözleri sızlayan eklemlerine inat sevinçle parıldadı:
"Gerçekten mi? Bunu benim için yapar mısın?"
Bu gün onun için saatlerce tutamayacakları balıkların peşinde, yarı suyun içinde beklemişti. Bunu da yapmak zor olmasa gerekirdi diye düşündü Dave.
"Tabi ki yaparım. Balık tutmak en çok sevdiğim şeylerden biridir."
Ayda yan gözle Dave'e bakıp hemen bakışlarını kaçırdı.
"Diğerlerini sormaya korkuyorum."
Dave çapkın bir gülüşle göz kırptı:
"Neden? Belki öğrenmek istersin. Hatta eminim çok yakında öğrenmeye başlarsın."
Ayda'nın burnunun ucu utançla kızarırken aklına gelen şeyleri kastetmiyor olması için dua etti. Yoksa kastediyor muydu? Aman, neyse ney, Ayda kuruyan boğazını temizlemeye çalışarak zihnini dolduran şeylerin yüzünden okunmamasını dileyip konuyu değiştirmeye çalıştı:
"Balık tutmayı bu kadar sevdiğine göre sabırlı birisin." 'Aferin kızım, ne de güzel uzaklaştın konudan'
"Ne demezsin... Sen de fazlasıyla iyi niyetlisin kurbağacık. Ama yine de bu seni prenses yapmaz."
Dave göz kırparak genç kızın burnuna parmağıyla dokunduğunda Ayda isyanla bağırdı: "Beş dakika ya! Sadece beş dakikalığına olgun ve düzgün bir adam olamaz mısın sen? Patronun sana nasıl tahammül ediyor merak ediyorum."
"Patrondan torpilliyim kurbağacık."
Dave yerinden kalkıp taze kahve demlemek için kahve makinasına yürürken Ayda son lokmalarını yutmak üzereydi. Şişmişti gerçekten ve bunda Dave'in egosunun payı büyüktü. Çıtırdayarak yanan ateş onu uykunun derin kollarına çekerken, kapanan göz kapaklarına söz dinletemeyen Ayda 'Sadece beş dakika' diye fısıldadı. Koltuğun koluna başını dayadığı gibi uyuya kalmıştı.
...

Ayda tüm serüveninin yorgunluğuyla eklemleri ağrıyan bacaklarını gererek gözlerini açtığında temiz ve serin havanın içeriyi doldurduğu odasında, sıcacık, yumuşak yorganına daha da gömülmüştü. Bir dakika! Odası mı? Ne zaman gelmişti ki buraya? Hızlıca bacaklarını kontrol ettiğinde, eve geldiğinde giydiği kuru kıyafetleri hala üzerinde duruyordu. Sadece buraya kadar taşıdığı uğurlu tavşan pofudukları ayağından alınmıştı. Ne de uğurlu gelmişti ya... Nasıl yani? Onu buraya Dave mi taşımıştı şimdi? Yattığı yerden hafifçe doğrularak saatin sabah altıya geldiğini gördü ve gerisin geri yorgun kaslarını yatağa bıraktı. Beş dakikalığına kapattığı gözleriyle saatlerdir uyuyordu. Emindi ki Daveon ona bu taşımanın bedelini ödetecekti ama yine de onun tarafından taşındığı için yüzü kızarsa bile onu koltukta öylece bırakmamasına keyiflendi; şanslıydı. Erman olsa üzerine bir hırka atar bırakır, bir de belim ağrıyor der kendini haklı çıkartırdı. Erman aklına geldiğinde genç kız yüzünü ekşitti. Bütün bunların içinden nasıl çıkacaktı? Bir gün daha eksilmişti ve her geçen gün bulması gereken çözümlere yenisi ekleniyordu. Şimdi bir de burada geçireceği süreye bir bahane bulması gerekecekti fakat yine de burada olduğu için garip şekilde memnundu. Her şeyi diffirize tıkıp ertelemeye almıştı.
"Kalk hadi."
Dave tertemiz, erkeksi kokusuyla içeriye dalmıştı. Çoktan duşunu almış ve balık kıyafetlerini giyerek kafasında dikiliyordu. Ayda yorganı gırtlağına kadar çekerek şaşkın gözlerle ona bakakaldı.
"Kalk mı? Saat daha sabahın altısı!"
"Hayır altıyı on geçiyor ve gün burada erken başlar, erken biter. Haydi balıkları kaçıracağız."
"Allahım nereye kaçacaklar? Bohçasını yapmış gelinlik kız mı bunlar?"
"Sen balık tutmak istiyor musun istemiyor musun? Kalk bakalım. Balık erken saatte tutulur, geç bile kaldık."
"Yuh! Balıklara yataklarındayken baskın düzenleyelim diye mi?"
"Çok bilmiş kurbağa. Daha yürüyüş mesafemiz var. Bir saattir uyanmanı bekliyorum, haydi dedim."
"Emredersin komutanım." Ayda dalga geçercesine yataktan doğrulup asker selamı çaktı, ancak Dave tam da bunu bekliyormuşçasın memnuniyet göstererek kafasına daldırdığı eliyle saçlarını karıştırdı.
"İşte böyle ol, mum gibi."
"Hah! Sen delirmişsin."
İşte böyle ne uykusu kalmıştı ne bir şey! Dave gülerek odayı terkederken kahkahalaro arasından sesi yükseldi: "Dışarıdayım ve on dakika sonra yürümeye başlayacağım. Benimle geleceksen hazır ol kurbağa, yoksa piranhalara yem olursun."
'Pislik!'
"Seni duyabiliyorum!"
"Bunu da duy o zaman! Kara vicdanlı!"
...
"Daha çok yürüyecek miyiz? Hani kırkbeş dakikaydı?"
"Sadece hava koşullarını hesap etmişim zıplayamayan kurbağa! Tanrım şu bacaklarını az biraz çalıştırsan!"
"Çalıştırsam mı? Son bir buçuk saattir yürüyoruz. Eğer geldik demeyeceksen şuraya çökücem ve elma kakı gibi büzüşene kadar yardım ekiplerini bekleyeceğim!"
"Daha çok beklersin. Kusura bakma küçük hanım, süreyi Ayda saatine çevirmeyi unutmuşum!"
Dave'in adımların yetişmeye çalışan Ayda açlıktan ölmek üzereydi. Ayda saatiymiş! Kendi zürafa bacaklarıyla koştururken atlayamadığı her kütük için onunla dalga geçmesi bir yana hangi aklı evvel onunla aynı hızda yürümesini beklerdi ki Dave'den başka?
"Sen kendine baksana pırasa sapı kılıklı. Senin adımların yetişmem için milli atlet olmak gerek. Ayrıca bana kurbağa da diyip durma!"

"Neden kurbağacık? Zıplayamadığın için mi? Onu boşverde, sen de haklısın, senin adım boyunu da hesap etmek gerekirdi: adım boyun çarpı normal saat eşittir ayda saati."
Dave bir yandan söylenerek ilerliyor, bir yandan da ne kadar önde giderse gitsin Ayda'yı kontrol ederek onun yürümesine yardım etmeye çalışıyordu. Genç kız attığı her üç adımdan birinde kayarken bu adamın nasıl sırık gibi toprağa çakılı gittiğine ve zerre kaymadığına hayret ediyordu. Erman olsa şimdiye kafasını yarmış, hatta tüm malzemeyi de kendisi taşıyor olurdu. Göz ucuyla Dave'e baktığında aydanın malzemelerini de hiç ağırlıkları yokmuş gibi sırtlandığını görüp hafifçe gülümsedi. Açık kollarıyla dengesini sağlamaya çalışarak kuru dalların altından bir adım atmıştı ki bir pençe onu yakalayıverdi!
"Ayı!"
"Hakaretlerini kendine sakla kurbağa!"
"Ayı! Allahım ayı!"
Ayda'nın bağırışları çığlığa dönüştü. "Ayı diyorum! Yakaladı beni! Ölüyorum! Ayı kaçıracak beni! Ayı!!!!!"
Ayda öylesine hızlı koşuyordu ki gözü hiç bir şeyi görmüyordu. Avazı çıktığı kadar bağırarak adeta depar atıyordu. Onu yakalayan devasa yaratık onu bırakmak bir yana dursun onunla birlikte koşuyor, onu adeta yere indireceği anı kolluyordu.
"Ayda! Ayda sakin... Dur... Koş...ma!"
Daveon'un sesi gülmekten neredeyse çıkmıyordu. Kahkahaları tüm ağaçlığı inletirlen genç kızın pervane gibi dönüşlerine yetişmeye çalıştı. "Tanrım isteyince nasılda koşabiliyormuşsun."
"Dave, kurtar beni, yalvarırım kurtar, ben daha çok gencim! Yakala ayıyı! Ölürsem o kızlı bul Erman için ibne de! Gay yani tamma mı?"
Ayda aklına gelen her şeyi sıralıyordu. Dave sırtındaki yükü indirip ona yetiştiğinde uzanarak genç kızı yakaladığı gibi göğsüne çekti. "Tamam kurbağa prensen, bendesin. Yakaladım ayıyı." Ayda'nın çılgınlar gibi atan kalbi, soluksuz kalan ciğerlerini parçalayarak dışarı çıkıyordu adeta.
"Yakaladın mı? Tamam mı? Al onu ensemden, nolur, yaşvarırım. Bak on gün bütün bulaşıkları yıkarım, ne istersen yaparım..."
"Tamam şimdi çıkartalım o pençeyi senden. Bu sözleri unutma ama." Dave gülmemek içi kendini zor tutuyor ama gene de kaçan kıkırtılarına hakim olamıyordu. "İşte burada. Bakar mısın şuna, nasıl da kocaman, dev gibi bir pençe. Bunu duvarına asmak ister misin?"
Ayda Dave'e gömdüğü başını kaldırarak bakmak için bile zangır zangır titriyordu. Bacaklarının bağı çözülmüş, neredeyse tüm beyin fonksiyonları durmuştu. Ama bir dakika! Daveon ayıyo ne zaman ve neyle öldürdü ki? Oltayla ayı mı avlamıştı? Hayır ama çıplak elle sazan avladığı kesindi!

Ayda nefesinin sakinlemesiyle normalleşmeye başlayan aklına gelenlere inanmak istemezcesine başını iki yana sallayarak korkak gözlerle Dave'in elinde tuttuğu şeye bakışlarını çevirdi.
"Ayı değil, değil mi?"
"I ıh, hayır değil."
"Ve ben boşuna bağırdım."
"Evet, ama üzülme, paniğin işe yaradı. Gölete geldik."
"Ben ödleğin tekiyim..."
"Kendine haksızlık etme." Evet öylesin demek istemişti ama genç kız öylesine utanarak ve kendine kızarak bakıyordu ki onu o halde bırakmaya içi elvermemişti gene.
"Evet öyleyim Dave. Beni avutmak zorunda değilsin. Benden başka hangi salak bir ağaç dalını ayı zanneder ki? Hem ayı bile olsa benden başka onu yakalamış ayıdan koşarak kaçabileceğine inanan kaç saf vardır?"
Haklıydı, o tekti, eşsizdi... Hem de tüm o şaşkın duru güzelliğiyle ve tecrübesiz sakarlığıyla büyükeyiciydi...
"Babam haklıymış... Ben hiç bir şeyi beceremem..."
Düşen omuzlarına önce yere inen bakışları ve ardından dökülen yaşları saklayabilmek için eğilen çenesi eşlik etti. Utanıyordu.
"Buraya gel kurbağacık." Daveon Ayda'yı kendine doğru çekerek uzun kollarıyla sarmaladı ve çenesini tepesine dayayarak göğsüyle kavradı. "Sen hiçde beceriksiz değilsin. Buraya kadar gayet iyi idare ettin. Hayalindeki herşey yıkılırken bak sen burada, benimle balık tutmayı öğrenmeye geldin. Tamam tedbirsizsin ve gerçekten art niyetleri göremeyecek kadar iyi niyetlisin; ama iyisin. Kimsenin haketmediği kadar iyisin. Çok eşsizsin genç hanım, bunu bir görebilsen..." Söylemeyi hesapettiğinden fazlasını söylemişti Dave ve aniden susarak dilini ısırdı. Onun her bir kelimesiyle Ayda biraz daha gevşeyerek kendini onun kollarının güven veren kavrayışına bırakıyordu.
"Ayrıca ölmesende o piranhanın ibne olduğunu söylemekten büyük haz alacağım, hemde sadece o kızıla değil."
Ayda istem dışı kıkırdamaya başlamıştı.
"Hayır, öyle bir şey yapmayacaksın."
"Sen öyle zannet. Bu harika fikri ziyan edemeyiz."
"Öleceğimi zannetmiştim."
"Ayı kovalarken aklın daha iyi çalışıyor."
"Böyle bir şey yapamayız."
"Bekle ve gör."
Ayda'nın herşeye rağmen yinede onu koruyor olması sinirlerini bozuyordu. Böylesi sevilmeyi haketmek için ne yapmıştı ki o pislik? Dave'in gözleri hırsla kısıldı. O üniversitede Erman adında ki Türk asistanı bulmak ne kadar zor olabilirdi ki? Hele ki tüm veri tabanı elindeyken... Daveon bu fikre bayılmıştı... Kurnaz mutluluk tebessümle yüzüne yayılırken yapmasa bile yapabileceğini biliyor olması, onun için güzeldi.

NOT: O VERİ TABANLARINDAN BENDE İSTİYORUM;)

AŞK HALİ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin