Âfâk Saatçi Dükkânı.

96 10 65
                                    


Dosyaların Arap saçı gibi birbirine girdiği noktalarda, göz kapaklarımla 3. Dünya Savaşı'nı gerçekleştiriyordum. Şu durumda, iş yerindeki tüm duvarlar bana kahkahalarla gülüyor, kupamdaki kahve her yudumumda bana uyuma emri veriyor, dosyalar ise onları imzalayacağım kalemle ittifak kurmuş ve bana karşı cephe almışcasına sırıtıyor, benimle saklambaç oynuyorlardı.

İçli bir "of" çekip aramaya devam ettim.

"Ravza?" diye bir sesleniş işittiğimde kafamı yavaş çekimde oraya döndürdüm, çünkü o sırada sanki bir zamanlar dünyanın dönmesine inanmıyormuşum da, dünya da benden öcünü şu an alıyormuş gibi dönüşünü hızlandırmıştı.

Gördüğüm kişi, fazlaca muhabbet kurmadığım, ki genel olarak ofis ortamında konuşmayı tercih edenlerden değildim fakat benim dışımda ofiste bulunan bazı kızlar bunun ata sporumuz olduğunu savunurcasına dedikoduya son hız, evet, çalışırken bile, devam edebiliyorlardı. O kadar gelişmişlerdi ki, aynı anda hem imza atıyor, hem "aaa" diye şaşkınlık nidâsı atıyor, hem de "Ya o değil de, dün ne olmuş biliyor musuun?!" diyerek yeni bir dedikodu konusuna geçiş yapabiliyorlardı. On parmağında on marifet diye buna derim ben işte.

Nerede kalmıştım? Heh, işte fazla konuşmadığım, ama her sabah bana "Günaydın, Ravza!" demeyi atlamayan, Deniz'di bana seslenen. Yan masada çalışıyordu ve buna rağmen, ismi dışında pek de bir şey bilmiyordum onun hakkında.

"Yakında birçok büyük şirketin kendilerinin reklamını yapacağı bir konferansımsı bir şey olacak, biliyorsun. Beraber çalışacağımızdan dolayı," Evet, hayatta her zaman acı gerçekler vardı ve bunu ilk duyduğumda "Ne, ne, ne? Gerçekten? Neden bireysel çalışamıyoruz, tek başımıza yapamayacağımızı mı düşünüyorsunuz?" diye bir tepki vermiştim ve maaşımdan on lira kesilmesi bir olmuştu. Bu, insanlar için küçük, benim için büyük bir yaraydı. "İş bölümü yapalım. Konsept bulma işi senin. Ben de bu sırada hangi imkânlardan yararlanabileceğime bakacağım, anlarsın ya, bu işle ilgilenen arkadaşlarım var üniversiteden. Tamam?"

"Tamam," diye mırıldandım o konuşma sırasındayken tekrar aramaya başladığım dosyayı bulmanın verdiği mutlulukla tepinme isteğimi bastırmaya çalışarak. "Süre ne kadardı bu arada?"

"Bir ay," dedi somurtarak. "Sence yetiştirebilir miyiz?"

Muhtemelen ondan yaklaşık bir yıl öncesinden beri burada bulunduğum için tecrübelerime güvenerek bu soruyu sormuştu.

Hey dostum, o bir yıl içerisinde tek öğrendiğim şey uykuya nasıl direnebileceğimdi, ki o dersten de kaldım! Ha, anlıyor musun adamım?!

Evet, iç sesim bir Amerikan filmi kaçkınıydı ve nasıl öyle bir iç sesin içimde olduğunu sorgulamayı bırakalı uzun zaman olmuştu.

Öyle adama böyle iç ses adamım, beğenemedin mi ha?

Susma hakkımı kullanıyorum.

"Mümkün, stres yapma," dedim gülümseyerek. Dosyalarımı topladım ve paltomu askıdan alırken dosyaları kolumun altına sıkıştırarak bir palto giyme mücadelesi verdim ve Deniz beni o hâlde görünce başını iki yana sallayarak yanıma geldi ve bana yardım etti. Kendimi, biraz sonra suluğunu boynuna geçirecek ve okula doğru paytak adımlarla koşmaya çalışacak olan yedi yaşındaki bir kız olarak hissetsem de, iç dünyamdan beni ayıran ses, Deniz'e aitti.

"İyi akşamlar o zaman. Ben biraz daha geç çıkacağım, hâlâ imzalamadığım dosyalarım var."

Deniz'le en uzun konuşmamız buydu, kendi kafamda bugünün tarihini alırken, "Kolay gelsin!" diyerek ofisten dışarı attım kendimi.

Petrichor.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin