Yazara Küs Olan Okuyucu.

82 5 127
                                    

Beyaz, ruhsuz dört duvar içerisinde bir köşeye yumulmuş ve şirketin geleceğini belirlemeyen, son derece ayak işi olan, şirketin çay ocağında hangi marka çayın demlenmesi konusunda -en ucuz çay markasının anlaşmasını kabul ediyor değildim elbette- birkaç anlaşmaya göz atıyordum. Yan masadaki Melek, henüz iki ay öncesinde şirkete katılmış olmasına rağmen müdürlerle yapacağı toplantı için alıştırma yapıyor, her sabah "Bugün yine uyanamamış gibisin, Ravza." diye benimle şakalaşan Mesut Japonlarla iletişime geçmemiz gereken bir ihale için Japonca telaffuzuna çalışıyordu, hatta ve hatta Çaycı Hamit bile bugün benden önemli bir iş yapıyor, genel müdürün odasına, müdürün unutmuş olduğu dosyayı yetiştirmeye çalışıyordu. Bana sırıttığını gördüm.

Bana demlediğin çayların bile hatrını bırakmadın, hain Çaycı.

Ama olsun, en icraatsız şahıs olarak görülsem bile, emin olun ki değildim. Mesela ben ofisin duvarlarını hayâllerimle boyuyordum, sanki şu duvarlar fazla renksizdi? Fazla beyaz ve fazla ruhsuzlardı. Sanki şuraya bir saat ve bir Saatçi iliştirilmeliydi!

"Ravza," diye bir öğrenci sırasından farksız olan sıramın yanına geldi Deniz. "Projemiz için yer bakabildin mi?"

Tam o sırada ofisimizin renksiz duvarlarından palmiye ağaçları göründü ve ben de taş mekânın üzerine dizilmiş kütüklerin üzerinde oturuyor ve açlıktan dolayı dizginleyemediğim midemle beraber kameralara bakıyordum. Belli ki Survivor'daydım. Yanımda oturan ve benden cevap bekleyen fakat cevapsızlığımdan bir şeyler çıkarmış olan Deniz, kafasını hayal kırıklığıyla ikiye sallayarak bir başka kameranın yanına gitti.

"Hep tembellik ediyorsun, Ravza. Neyle meşgulsün de işine aklını veremiyorsun anlamıyorum. Gel azıcık kokonat toplayalım, köpekbalıklarına taş atalım, diyorum adamın hep işi var! Almış oltamızın sapını, saplamış kuma, diyor, "Güneş saati yaptım!'. Sıcak kafaya mı vurdu, saati zaten Kameraman Abi söylüyor be. Adadan gitme vaktin geldi, Ravza. Çüüüz."

"Ravza?"

Deniz'in seslenmesiyle hayal dünyamdan koptum. Tövbe tövbe, ne biçim hayaldi o? Hayır, hem ne saati?

"Mekân geziyorum henüz, pek bir ilerleme kaydedemedim." diye yanıtladım Deniz'i. Doğrusu şu günlerde gördüğüm en farklı mekân Âfâk Saatçi Dükkânı'ydı ki, o da zaten...

Bir saniye!

Neden olmasın?

"Aslında aklımda bir yer var."

××

Tanıdık saat dükkânının kapısını araladığımda, aşina zil sesi kulâğıma doldu ve tekerlekli sandalyenin sesini de beraberinde getirdi.

"Ravza? Bu ne hoş sürpriz!" dedi Fatih, en sevecen tavrıyla. Bu mutluluk hissiyatı, kesinlikle bulaşıcı bir duyguydu ki işten sonraki yorgunluğumla kendimi bu dükkâna attığım gerçeğini örselemiş, adeta unutturmuştu.

"Hoşbulduk, Saatçi!" dedim gülümseyerek. Kapıyı kapatarak dışarıdaki soğuk hava nedeniyle üşümüş olan ellerimi birbirleriyle buluşturdum ve çantamı yakın bulduğum bir masanın üzerine bıraktım.

"Saatçi mi hâlâ? İsmimi bilmiyor musun?" diye sordu çantamı koyduğum tezgahın arkasına geçerek. Çantamı aldı ve hızlıca askılığa astı. Teşekkür ederek yanıtladım onu,

"Tabii ki de biliyorum. Ama sana en çok 'Saatçi' yakışıyor." Buraya sıkça kez gelmiş olmama rağmen sanki ilk kez görmüşçesine tüm rafları kitaplarla dolu olan kahverengi, eski tasarım bir kitaplığın yanına gittim usulca. Buraya beni getiren sebep her neyse, onu anlatmaya dilim varmıyordu bir türlü. Oysa kötü niyetli de değildim. Ama yine de içimde her ne dönüyor ise bana gardlarını çoktan almışlardı.

Petrichor.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin