Geç Kalan Yolcu!

31 3 14
                                    

"Anneanne! Ben geldim," diyerek askılığa üzerimde eskimiş yeşil montumu ve sarı atkımı bırakıp elimdeki kitapla gıcırdayan tahta basamakların üzerinden bir ceylan gibi sıçrayarak en üst kata vardım. Küçüklüğümden beri bu kat, benim için en büyük oyuncakların olduğu parklardan, arkadaş edinebileceğim kişilerden oluşan eğlence merkezlerinden, yani çocukken karşısında ne olursa olsun yeğlenebilecek yerlerden daha muhteşem geliyordu. Şahsına münhasır bir mütevazîliğin sindiği bu katta, anneannem, annemin küçüklüğünün kalıntıları olan resimlerle hikâyeler anlatır -hafızası pek yerinde olmadığından doğruluğu meçhul olan hikâyelerdir bunlar-, annemin eskiden bulunduğu (?) bu komik durumlara gülüşlerimizi armağan ederdik. "Üst kattayım ben! Sofra kuracağın zaman çağırırsın!"

Elimde tuttuğum bu kitabı okumak için aklıma gelen yegâne yer de burası oldu haliyle. Dedem camiide olmalıydı, ev sessizdi.

Yıpranmış kapağıyla kırılgan eşya havası veren bu kitaba, hoyratlığım bile utanarak geri çekilirken tutmaya utandığımı fark ettim. Emanet hassasiyetinden ziyade, bu kitapta beni okumaya iten farklı bir şeyler vardı. Sanki bu kapağın ardında yatanlar sadece satırlar değil de, her gün gittiği kütüphaneden okuyacağı haricinde aldığı kitabı sırama koyan ve "Bence bu kitap tam senlik!" diyen Filiz'in parlayan gözleri, bana her yıl şiir ezberletmeye çalışan babamın "Harfleri yan yana getirme meselesi değildir okumak. Harfleri yan yana getirip, bir hayat bulma meselesidir." diyen babamın, bir gün onu anlayacağımı bildiğini belli eden omuz sıvazlayışı, "Okumazsan, anlayamazsın." diyen Fatih'in o dünyaya bir yolcu olacağımı bildiği kitap uzatışı vardı.

Her şey bir kapağın ardında, saklıydı. Tüm o şeyleri özel yapan da buydu.

Oysa kapağına göre değerlendirme şansı da verilmemişti bana. Oldukça alelade duran kapakta yazan şey, küs olunan yazarın ismi ve bir tık üzerinde yazan "Seyyahların* Aynası" ismiydi.

Kapağı açtım, bu süre ne denli uzarsa beynime hücûm eden düşünceler o denli artıyor ve bu da beni kaçıp gitme hissiyatıyla dolduruyordu.

"Takdim" adlı kısma geldiğimde, duraksadım.

"

1986, Eylül

Yazarlığımın son demlerindeyim. Bunu hissetmek, algılamak, parçalanmak aşamalarını kitaplarıma gizledim, bulmamanız dileğiyle. Bu aşamaları aştığıma göre, bunu nasıl anladığım, nefesini pervasızca tükettiğim bu dünyadan ayrılma fikrini ne çabuk kendime inandırabildiğim kısmına gelelim.

Gençlik yıllarımı hatırlıyorum. Büyük bir utançla bahsini açmalıyım ki, aklında kavak yelleri dolanan bir gençten fazlası değil idim. İstanbul, aşıklar şehriydi, ona layık olmaya çalışmak ise benim için İstanbul'a ait olmayan yollarda İstanbul'u düşünmekten geçiyordu. Doğru yolları bulamadım İstanbul'un ruhunu solumak için.

Başladığı işin sonunu düşünmeyen, bilakis, başladığı işin sonunu getirme gereği duymayan bir gençtim. Hangi yolu kullandığımı dahi sorgulamış değildim.

Sizi, gençlik viranelerimin içerisinde sürüklemek değil amacım. Sadece, eğer yürüdüğünüz yolun İstanbul'un yolu olduğunu iddia ederek yürüyorsanız, yanınızdaki dervişi, önünüzdeki Mimar Sinan'ı; sarayında portresini yaptıran Fatih'i, kitaplarındaki satırların parmaklarına mürekkep izi olarak anıtlarını bırakmış olduğu o adamları görüyor olmalısınız.

Görmüyor musunuz? Haritaya tekrar bakın, doğru yolda olduğunuzdan da emin olun.

İstanbul yine de size güzel şeyler sunar. Tecrübelerimden biliyorum, hiç yanlış yoldaymışım gibi hissettirmemiştir beni.

O nedenle nefesini enseme bırakan, yakama yapışmak için dakikası dakikasına hazırlandığı randevusuna geç kalmak istemeyen, hesabını ertelemeyen o eceli hiç düşünmedim. Ciğerlerimde yolcu olan o nefesi, kalbimde geçmediği takdirde endişesini dahi duymadığım ölümün kollarına atacak olan o, bahsi geçen randevuya hazırlıklı bile değildim.

Bakın halime, şimdi ise vasiyetnamemi yazıyorum. Kelimeler değil, korkularım dökülüyor bu sefer kalemimden.

Okuyacağınız bu yazı, benim bu dünyaya bırakacağım son yaprak. Bu kitap ise, hayatımı anlatabileceğim son şansım. O nedenle, kitabım kadar uzun sürse de, elime mühürlenmiş olan bu kalemi atabilme gücüne erişemeyeceğim.

Benim dünyam, kalemimin çerçevesi ve müsadesi takdirinde ne derece fevkalâde bir tablo sunabildi size, bilmiyorum. Ayakları yeryüzünün tozunu, beyni ise göklerdeki bulutun süsünü almış bir adam olarak, yeryüzünde olan sizlere ne derece kendimi anlatabildim bilemiyorum. Size daldığım okyanusların derinliğini anlatabilmeyi, altında ıslandığım yağmurların ruhuma işlediği o sözleri anlatabilmeyi, çocukluğumun yadigarı olan hayâllerimdeki kuşların kanatlarına tutunup uçma isteğimi... Bir tuvallik hakkım olsa da, hislerimi sizin de hissetebilmeniz için bir fırçalık vuruş yapabilseydim.

En güzel anılarımı, tozlandığında unutulan, diğer kitaplar arasından fark edilmeme ihtimali olan bu kitaplar içerisinde saklayabilmeyi isterdim. Fakat, sonra şunu fark ettim.

Sizleri en güzel sahillere, en yağmurlu yerlere, güneşin doğumunun bize gülümseyeceği yerlere götürebilmek için kelimelerim, en güzel otobüstü. Ama, kelimeler benim değildi ki!

Ben sadece, o anın bana yazdırdığı şeylerden ibarettim. Gün doğumunu okuyanlar yazardı. Yağmuru hissedip, okuyanlar yazardı. Göklere bakanlar, göğü okuyanlar yazardı.

Yazarlar olarak, oldukça acizdik. Fotoğrafını çekip, kelimelerle ifade edebileceğimiz her güzel manzara, okuyucunun o dünyayı kabul edebilmesine bağlıydı. Kuş olmayı düşlememiş birisi için, 'Bulutların tadı var mıdır?' endişesi saçmaydı. Oysa ben bunu her sabah düşünürdüm.

Düşündüm. Kitapları okumak kadar, yaşamak için de bir fırsat tanınmalıydı her insana.

En güzel kareleri gözlerimizle yakalardık, yazabilir miydik ki?

Son cevap verişim olsun!

En güzel hikâyeler, maalesef kitaplarda yazılı değildir. Aslında yazılı olması güzel olurdu, ama hiçbir kitap, size bir yüzücüyü, yüzücü siz olmadığınız sürece yüzücü olmayı, nefes nefese kalmayı, titremeyi hissettiremez. Siz kendinizi, kitapların en azılı okyanusuna atmadığınız sürece.

Ben yazdım. Okyanusuma atlamayı, kabul ediyor musun, sevgili okuyucu? Son kez?"

*Seyyah; Gezgin, turist.

Petrichor.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin