19. Bölüm

18.5K 512 54
                                    

I' a castaway

And men reap what they sow

And I'll say what I know to be true

Yeah, I'm living far away

On the face of the moon

I buried my love

To give the world to you

...

I buried my love in the moondust.

Sabahın ilk ışıklarıyla araladı gözlerini genç kız. Gözlerinin önünden kayan yola baktı sessizce. Kulağını dolduran müziğin tınıları, onu tekrar uykuya yatırmaya çalışıyordu adeta. Soğuk ama üşütmeyen rüzgâr saçlarını uçuşturuyor, yüzünü yumuşak bir şekilde yalayıp geçiyordu. Hafifçe tebessüm etti. İçindeki his, arabayı süren adamın, hayalindeki adam olduğunu söylüyordu. Rüyalarını süsleyen adam, sevdiği adam...

Ege'nin ağzından

Evin önüne geldiğimizde aniden gaza bastım. Kafamı Güneş'e çevirip onu izlemeye başladım. Nasıl? Nasıl bu kadar masum görünebiliyordu? Neden böyle saçma şeyler hissediyordum? Neden böyle davranıyordum? Ona karşı koyamıyordum. Denizde yaşananlar da kanıtıydı zaten. Onu nasıl öptüm, nasıl arabaya bindik, nasıl eve geldik hatırlamıyorum. Onu nasıl uyandırabilirdim ki? Uyuyarak eve gidemeyeceğine göre, bir şekilde uyandırmalıydım. Elimi omzuna götürüp hafifçe dürttüm.

"Güneş... Güneş... Uyansana kızım... Of!"

Uyanmıyordu işte.

Güneş'in ağzından

Gözlerimi açtığımda gördüğüm tek şey siyah ve siyahın tonlarıyla çevrilmiş bir odaydı. Nerede olduğumu anlamaya çalışıyordum. Burnuma hoş bir parfüm kokusu geliyordu. Tanıdık bir kokuydu. Bu Ege'nin parfümüydü! Gözlerimi ovuşturup yattığım yere dikkatlice baktım. Aman Allah'ım! Ege bana mı sarılıyor ben mi yanlış görüyorum? Ah, şu an zamanın durması ve sonsuza kadar böyle kalabilmek için nelerimi vermezdim! Ege'yle aynı yataktaydım, bana sarılıyordu. Nefesini boynumda hissediyordum, düzenli kalp atışlarını sırtımda hissediyordum. Ve sıcacık tenini...

Yavaşça ona doğru dönmeye çalıştım ama bu çok zordu. Beni sıkıca kavramıştı. Onu uyandırmalı mıydım? Yoksa öylece yatmaya devam mı etmeliydim? Ah kafam çok karıştı! Ege'nin hareketlenmeye başladığını hissedince korktum. Yani, uyanınca ne olacaktı?

"Ah..."

Ve Ege'nin sesini duyduğumda, korkum iyice artmıştı. Korkudan çıkan titrek sesim, kulağa hiç de hoş gelmiyordu.

"E-Ege"

"Hey, hey... Ah..."

Yatakta doğruldu ve gözlerini ovuşturdu. Sanırım ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Ben de yatakta doğruldum ve yatağın kenarına doğru yavaşça kaydım.

"Ş-şey, ben uyandığımda, s-sen... Yani yanlış anlama..."

"Tamam tamam. Sorun yok, uyurken istemsizce olmuş olmalı... Yani..."

"Evet evet, öyle olmuştur..."

"Evet!"

"Evet..."

Ah, konuşmayı bile beceremiyordum. Halimize bak! Heyecandan dilimizi yutacaktık neredeyse. Ama düşününce, Ege ve ben, aynı yatakta, utanç verici... Ah çok romantik!

Ayağa kalktım ve acıktığım için guruldayan karnımın sesi, odayı doldurduğundan, utançtan kendimi en yakın köprüden aşağı atmak istedim.

"Aç mısın?"

"Ah, e-evet, yani biraz."

"Pekâlâ, evde yiyecek bir şey yok ve... Hım... Sanırım eve gitmelisin."

Ne? Yani ben kahvaltıya gideriz diye düşünürken, hey! Ege Poyraz, siz dünyadaki en odun kişisiniz! Ah sinirlerimin içine ettin! Sinirimden ne yapacağımı şaşırmış bir halde, çantamı komodinin üstünden alıp evden-ya da bodrum, zemin kat, yer altı... Her neyse!- çıkmak üzere harekete geçtim.

"İğrenç herifin tekisin Ege"

"N-Ne?"

Ve yüzüne bile bakmadan kapıyı çarpıp çıktım. Aptal! Ne sanıyordu kendini bu? Hızlı bir şekilde yürüyordum. Nereye gidiyordum ben? Saat kaçtı? Günlerden neydi? Salı? Çarşamba? Okul var mıydı?

Ve aklımda yine deli sorular...

Kolumdan biri tuttu ve sertçe geri çekti. Tabii tüy kadar hafif olduğumdan savrulmadan edemiyordum. Kim mi tuttu? Ege tabii.

"Ne?"

"Ne ne?"

"Kolumu çekiştiren sensin!"

"Niye gittin ne oldu?"

"Sence?"

"Yoksa dediğime mi alındın?"

Cevap vermedim, sadece gözlerine baktım. Ah, hafif bir sızı hissediyordum, gözlerimden geliyordu. Doluyorlar mıydı? Hayır, Güneş sen bebek misin ya?

"Güneş, sen bebek değilsin!"

Ah lanet olsun, ne konuşabiliyor, ne de gözyaşlarıma engel olabiliyordum!

"Ne dememi bekliyordun ki? Gel dışarıda kahvaltı mı yapalım deseydim?"

Evet! Evet öyle deseydin! İki kolumdan de yavaşça tuttu.

"Bana bak"

Gözyaşlarımdan utandığım için eğdiğim başımı yavaşça kaldırdım.

"Dışarıda kahvaltı etmek ister misin?"

Ay Tozu ◐Where stories live. Discover now