Mektup

77 8 2
                                    

Cama çarpan sert rüzgar, karanlık sessiz odayı normalden daha da korkutucu bir hale getiriyordu. Rüzgarın sessiz çığlığına katılan yağmur damlacıkları, pencerenin üzerindeki tenteye vuruyor, baş ağrısını şiddetlendiriyordu. Tüm bu uğultu, yıllardır tek bir ses bile çıkmayan evde birleşiyor, çevre halkının 'hayalet' iddialarını biraz daha gerçekçi hale sokuyordu. 

Bu kesinlikle istemediği bir şey değildi. Evi hakkında 'hayaletli' söylemi, kendisi hakkında 'ölü kemiren' dedikoduları moralini bozmuyor, aksine insanlar ona yaklaşmaya çekindiği için biraz daha huzurlu hissettiriyordu. Çevre halkı pek fazla büyük bahçeli evine yaklaşmadığından saklaması gereken gerçekliği tehdit edilmiyor, bu durumda da kaçmasına gerek kalmıyordu. 

Saatlerdir dışarıdaki fırtınayı izlediği huzurlu dakikaları telefonuna gelen mesaj sesiyle bölündü. Bunun canını sıkmayacağını, yok sayacağını kendine defalarca kez anlatsa da, kaçan huzuruna engel olamadı. Masanın üzerindeki telefona kısa bir bakış attı, üst üste gelen mesajlar ekranı aydınlatıyor, yıllardır huzurlu bir biçimde devam ettirdiği hayatına bir balyoz gibi iniyordu. 

O bir söz vermişti, ne olursa olsun terk edildiği, ihanete uğradığı yere dönmeyeceği adına kutsal kanıyla söz vermişti. Yıllardır kendini saklayıp bir şekilde tuttuğu bu sözü, asla hak etmediği bir unvanla tam anlamıyla paramparça olmuştu. Sonuç olarak bundan yarım sene öncesine kadar herkes diğerlerinin elindeki hakkı olan unvana göz dikmediği için mesut, bir o kadar da keyifliydiler. Amacı tüm bu haksızlığın karşısında intikam almak değil, uzaklaşıp huzurlu bir hayata sahip olmaktı. Lakin görünen bir gerçek vardı ki, kesinlikle diğerleri onunla aynı fikirde değildi. 

Bir kez intikam oyunu uğruna toyca davranmış, ruhu bir daha tamir edilemeyecek düzeyde parçalanmıştı. Ruhunu toplaması bile yıllarca sürmüşken, tekrar böylesine büyük bir yenilgiyi kaldırabilecek bir benliği yoktu. Kimse ona yardım etmemiş, babasının şehrindekiler bile onu cesaretsizlikle suçlamıştı. Lakin tüm bu olaylar neticesinde kimse hakkı olanı alması için yardım etmemiş, aksine ona ihanet edenlere arka çıkmışlardı.

Ses çıkaran telefonunu tek bir tuş hareketiyle kapattı, telefon açılmazsa kimse ona ulaşamazdı. Oturduğu koltuktan yavaşça kalkarak hayatına devam etmesini sağlayan yegane şey için hazırlanmaya başladı. Mutfağın olduğu kısma giderek büyük bir şarap kadehi, yanına da keskin bir bıçak çıkardı. Üzerindeki gömleği yavaşça sıyırarak bir parçası gibi sakladığı altın madalyonu cebinden çıkardı, bu madalyonun olmaması demek huzurlu bir yaşamın kayboluşu demekti. 

Keskinliğinden emin olduğu bıçağı şah damarının üzerine götürerek ufak bir kesik attı, hızla akan kanın üzerine diğer eliyle altın madalyonu bastırdı. 

"Ah..."

Acıdan yoksun, kasıklarından yükselen arzu başını döndürdü. Sol eliyle pantolonunun üzerindeki aleti sıvazladığında, boğazından yüksek bir inleme daha bıraktı.

"Ah..."

Şah damarından fışkıran kan, bir duvar görevi gören kasıklarına ufak bir darbe daha indirdi. Dayanamayacağını anladığı vakit pantolonunu, iç çamaşırını hızla bacaklarından indirdi. Belini tezgaha yaslayarak büyük güçle kendini çekmeye başladı, lakin ne kadar hızlı yaparsa yapsın tatmin olamıyor, içinde istediği sert aletin arzusuna karşı koyamıyordu. Madalyonu tutan eli diğerine destek olmak adına aletine indi, iki eliyle birden sertçe sıvazlamaya başladığı vakit, sona oldukça yaklaşmıştı bile. 

Terden sırılsıklam olmuş vücudu, kendini çekmekten kasılmış kasları, kasıklarında büyüyen arzu başını döndürdü. Ne kadar yapmak istemese de pasif bir çift ruhlu olduğundan pembe deliği içine bir şeylerin sokulması ihtiyacıyla kasılıyordu. Sonunda yükselen arzuya karşı koyamayarak sıvazladığı aleti bıraktı. Tezgahın ucuna oturarak bacaklarını iki yana açtı, küçük pembe deliğinin istekle kasıldığını gördüğünde iki parmağını yalayarak girişini okşadı.

Ehvenişer//YizhanWhere stories live. Discover now