Bölüm-12 İlkler

150K 3.9K 565
                                    


Huh arkadaşlar merhaba. Parmaklarım kopmak üzere. Bölümü yeni tamamladım ve şu ana kadar ki paylaştığım en uzun bölüm bu. Umarım beğenirsiniz. Uyumayanlarınız varsa yorumları ve oyları bekliyorum. Hadi iyi geceler.

Keyifli okumalar...

Agır xweşe leari je çedibe (Ateş iyi de, külü olmasa..)

Hewal'le konuşmamızın üzerine gerginliğimi bir türlü atamamıştım. İster istemez kafama takılmıştı. Babaanne denilen kadınla tanışmaktan korkuyordum ama korkunun ecele faydası yoktu. Güneş batarken gelmişlerdi. Kapıdan içeri girerken bütün ev halkı onları karşılıyordu. Bende dahil.

 Kadın ortalama boyuna rağmen epey heybetli duruyordu. Beyaz oyalı yazmasını başına sarmıştı. Yaşlanan yüzü esmer ve fazlasıyla kibirliydi. Dudakları kırışmaktan ince bir çizgi halini almıştı. Gözleri önce aile üyelerini izlemiş sonra da beni bulmuştu. Çekingen şekilde ona baksam da korkuyordum. Kadın beni altıma işetecekti neredeyse. Neyse ki çekmişti sonunda bakışlarını. Arkasından ise içeriye giren dalyan gibi kız torunu Jindar olmalıydı. Sarıya yakın kumral saçları vardı. Gözleri uzaktan bile belli olacak şekilde maviydi. Sanki Hazar'ın kadın haliydi. Gayet güzel bir kızdı. Eh Şirvan geni çirkin değildi zaten. Bunu iyi anlamıştım. Kız da tıpkı babaannesi gibi önce herkese bakmış ve sonunda gözleri beni bulmuştu. Benden uzundu. Bakmamaya çalışarak babaannenin elini öpen kervana katılmıştım. Sıra bana geldiği zaman kadın bana bir sümük gibi bakıyordu. Hayatım da hiç bu kadar hor görüldüğümü hatırlamıyordum. Üstelik Azad'da yoktu. Gerçi o olsa ne olacaktı ki? Koskoca kadına karşı savunacak değildi beni.

"Hoş geldin bapir(babaanne)" deyip elini öptüm zar zor. Bir şey demek yerine yüzünü ekşitmiş ve avluya geçmişti. Aldırmamaya çalıştım ama moralimi bozmaya yetmişti bile. Sonrasında gelen Jindar'da etrafa gülücükler saçıyordu ama sıra bana geldiği zaman o da babaannesi gibi yüzünü ekşitmişti.

"Hoş geldin." sarılmaya gerek duymadım. Bana böyle bakıyorken ona sarılamazdım sonuçta.

"Hoş bulduk, Asmin sen olmalısın." gülümsemeye çalıştı. "Hayırlı olsun." dedikten sonra da içeri geçmişti o da. Avluda ki sedirlere dizildiler. Bende gelenlere yorgunluk için su tutmuştum. Erkekler de sohbete bir süre dahil olduktan sonra başka yerde toplanmışlardı. Zaten Miran ve Azad işteydi.

Çay ve tatlı servisi yapılırken kadının yüzünde ki memnuniyetsiz ifade beni sinir ediyordu. Kraliçeler gibi karşılanmasına rağmen neydi bu beğenmemezlik? Çay tepsisini dizimin dibine alarak bende bir köşeye sindim. Gelinler hazır halde bulunurdu. Birisi bir şey isterse diye.

Yanımda Dilzar'da vardı. İkimiz de güzel giyinmeye özenmiştik. O yeşil gözlerini ortaya çıkartacak, yeşil bir elbise giymişti. Saçlarını salık bırakmış, beyaz bir tülbent ile gelişi güzel kapatmıştı. Bende beyaz elbisemi giymiştim. Üzerinde küçük altın renginde işlemeler vardı. Ona uygun altın rengi bir tülbenti de ben geçirmiştim başıma. Misafir varken daha dikkatli oluyordum ama sık sık da takmazdım. Bütün takılarımızı takmıştık. Halhalım her zaman ki gibi ayak bileğimdeydi. Jindar ve babaanne ikimizi de inceliyordu. Dilzar da sadece kadını kendi düğününde görmüştü. O yüzden pek iyi tanımadığını söylüyordu o da.

"Gebeymişsin Dilzar, hayırlı olsun kızım." diyen Bedew hanımdı.

"Sağol bapir." Dilzar yaşlı kadına güldü.

"Yeni gelin kararı çok ani oldu Zelal." diyerek bakışlarını ona dikmişti. Zelal annenin gerildiğini görebiliyordum.

"Öyle oldu Daye. Azad'ın yaşı geldi de geçiyordu zaten bilirsen.". Zelal anne bizim aksimize kadından korkmuyordu. Yılların verdiği tecrübeden olsa gerekti. Nasıl başa çıkacağını çözmüştü belki de.

Yangın YeriWhere stories live. Discover now