Duha

899 485 179
                                    

Koltukta öylece oturuyorum. Yeri izlemekten başka bir şey yapmıyorum sanırım. Gözlerim kocaman, yere bakarak kafamda bir şeyler kurmaya, parçaları birleştirmeye çalışıyorum.

İçim de dönüp dolaşıp hep aynı soruyu soran iç sesime ayrıca bağırıyorum!

"Bir sus artık!"

Kafamı iki yana sallayıp, önce geriye yaslanıp sonra hızla ayağa kalktım. Ne yani, ya benle dalga geçiliyor ya da ben kafayı sıyırıyorum.

Koltukta oturan şahısa arkamı döndüm. Elimde taşı tutup, ona öylece bakıyorum. Bakmak bir çağre değil ama... elimden bu geliyor. Aniden ona dönüp...

- Tanrı aşkına siz benle kafa mı buluyorsunuz, araçta sağır olurcasına çınlama duydum, yetmedi mavi gibi bir sıvı aktı. Onu da geçtim evime o ikisi nasıl girdi, tekrar nasıl buldular beni. Sonra şu boynumda ki şey de ne? Nasıl bir anda orada var oldu? Kafam karışık! Elimde bir taş, karşımda da sen oturuyosun!

Tam ağzını açtı konuşmaya yeltenecekti ki-

- Kapa o çeneni yoksa suratına elimde ki şeyi yersin.

Sustu, rahat bi şekilde arkasına yaslandı. Sanki yaşadığım şeylerin acayip derecede normal olduğunu düşünürcesine...

"Ah!"

Normal bir şey kalmadı zaten benim için. Evimde tanımadığım bir manyak ve onun söylediği saçmalıklarla baş başayım. Sakinleşmeliyim, evet önce derin nefes.

- Bak dediklerin bir yandan mantıklı gelmeye başladı ama boynumda ki yazılı şeyden dolayı. Bu mümkün olduysa bunlar da mümkün demektir. Rast gele mi bulundum ben?
Tok bir sesle:

-Hayır. Var olduğun zaten biliniyordu ama nerde ve nasıl bulunacağın muammaydı. Hem niye bu kadar sinirlisin? Bunu öğrenen diğer kişiler oturup ağladı sen de öyle yapsana rahatlarsın.

- Pekala hiç havam da değilim. Fazla zorlama istersen!

- Neyi anlayamadın onu anlamıyorum. Tamam biraz sıkıntı olacak ama özel kişilerdensin. Beladan uzak durduğun sürece rahatsın.

- Peki, şunu başa sar. Öncelik şu "Ben neyim?"

- Ruhani bir bağı olan, halk arasında cadısın. Modern cadı.
Son söylediği alay ederekti. Suratına indirmek istiyorum.

- Beni nasıl anladılar?

- Okuduğum bazı kitaplarda en aza inmiş cadı türlerinden bahsedilirdi. Kimi tek tük var olan kimi ise tamamen yok olmuşlardan. Sen çok az kalmışlardansın. En azından ben öyle düşünüyorum, senden başka var mı orası bilinmiyor. Usta öğreticiler yağmur yağdığı zaman arayışa geçerler çünkü yağmur özel onlanların perdelerini indiriyor. Saf yağan yağmur, her kim olursa olsun özel güçlerini açığa çıkarır. Kimin de koku, kimin de ise ışık ile. Sen ilksin, o yüzden seni bulmaları en bilinmedik oldu. Anlattığım şey saçma geliyor olabilir ama Duha seni zamanında bulmuş olmasaydı hiç vaktin kalmamış olacaktı. Seni bulduklarını Dizdar'da anlattılar. Senin doğru olup olmadığını sorguladılar. Bir kaç saatlik araştırma sonucu gerçeklerden çıktın. Seni bulduklarında önce test ettiler.

-Beni araçta buldular. Nasıl test bu sağır oluyordum! Ölümü hissettim sanki, beynimin içinden geçen kanları hissettim.

-Sakin ol. Bu test senin iyiliğin içindi. Zaten testi geçemeseydin ölmüş olurdun.

Gözlerimi kısıp ona baktım. Yutkundum, dudaklarımı ısırdım. Harika, az kalsın güme gidiyordum! Devam etmesini bekliyorum.

-Bak... Eğer Duha'nın son söylediği sözle acın dinmeseydi seni o acıyla öldüreceklerdi. Tıpta beyin kanaması olarak bilinecekti.
Manyak bunlar. Rahat bir şekilde otopsi raporumu da önüme koydu.

-Peki ben gerçek bir insan olsaydım, sırf bir rastlantı uğruna ölmüş mü olacaktım? Bundan şüphelenip kaçı fiyasko çıktı?

- Sen rastlantı değilsin. Duha başlattı bu acıyı. Eğer bu acı başlarsa sen ya iyi cadısın ya da kötü. İki şekilde de sen özeldin. Duha'nın son sözü gerçeği ortaya koydu. Kötü olsaydın şuan beyninin kadavraları ile ilgileniyorlardı. Başka var mı sorun?

Kafamı iki yana hayır şeklinde sallamakla yetindim. Sol çaprazında ki koltuğa otursam iyi olucak biraz uzak durmalı bu manyaktan. Gri gökyüzünün parlaklığı dikkatimi çekti, aralık kalmış perdeden yukarıya bakıyorum. Bir çok kuş dolanıyor yine gökyüzünde.

Daha yakından bakmak istiyorum. Camın yanına gitsem iyi olur. Perdeyi iyice açtım. İçeri gri gökyüzünün arta kalan ışıkları süzüldü.

Karanlık, gaflet dolu oturma odam az da olsa ferahladı. Kuşlar evin çatısında halka oluşturup duruyorlar. Onları izlemeyi çok seviyorum. Sanki hep bir şeyler anlatmaya çalışıyor gibiler derken arkamda oturan şahıs birden ayaklandı. Kolumdan tuttu, kendine çevirdi. Elime taşı sıkıştırdı. Fısıldayarak:

- Taşı gösterme ama yanından da ayırma. Geldiler! Dikkatli ol, benim gitmem gerek.

Ağzımı açmama izin vermeden mutfakta bulunan çöp borusundan aşağıya atladı. Taşı şortumun en küçük iç bölmesi olan gözüne koydum. Kafamı yerden kaldırmadan büyük bir ses...

Yerimden sıçradım. Dış kapım ortadan ikiye parçalanmış yerde yatıyor. Üzerine basarak siyahlara bürünmüş iki adam hırsla bana yaklaştı. Odayı koklar gibi bir şey yapmaya başladılar. Bir birine bakıp sonra siyahlılardan biri beni kokladı, gözlerini kocaman açıp beni baştan aşağı süzdü. Yanındakine kafasını sallayıp bir şeyler söyledi. Odaları kontrol ettiler, ben perdenin yanına sıkışmış onları izlemekten başka bir şey yapamıyorum.

İri cüsseliler ,yüzleri bir acayip yaşlı gibiler ama başka bir şey var gibi suratların da. İki kişinin de elinde eldiven var, teki eldiveni çıkardı yere doğru elini salladı. Sinirlendi, az ama çok nefes alıp vermeye başladı. Hızla üzerime geldi. Başka bir ses daha...

Canımın onunda bir sürü kuş. Dibime giren adama yönelmiş bakıyor hepsi.

"Gördüklerim doğru mu yoksa hayal mi? Kuşlar bu iki adama kafa tutuyor gibi."
Suratıma kadar giren adam kafasını hafif cama çevirip kaşlarını çatmaktan vaz geçti. Sakinledi, pişman gibi kafasını yere eğip geri çekildi. Yanında ki adama gitme işareti verdi. Kırdıkları kapıyı söyledikleri sözler ile birleştirip göz açıp kapayana kadar eski haline koyup çekip gittiler.

Kapıyı tamir edecektin niye kırıyorsun!

-Lanet olsun.

Koltuktaki yastığa yumruk atıp, kendimi öylece bıraktım. Halim kalmadı. Korku, sinir, öfke beni deli etti. Gördüklerim karşısında avucumu sıktığımdan avucumun yandığını hissediyorum şuan. Elimi kaldırıp baktığımda bir acayiplik daha!

Elim de mavi sıvı var. "Ah!" Derimin altından geliyor. Elimi kendim kestiysem kırmızı kan diye tabir ettiğimiz şeyin gelmesi gerekmiyor muydu? Bu niye mavi yine! Diğer elime baktığımda vaziyet aynı. Yere damlamaya başladı. Banyoya gitmeliyim. Elimi musluğa tuttum, su ve mavi şey bir olup akıp gitti. Musluğu kapatıp beyaz havluya sarıldım. Acı hissetmiyorum ama elimi sarsam iyi olacak.

Yaranın ne kadar derin olduğuna göz atmak için bakacaktım ki kesik falan yoktu ortada, aynı şey diğeri için de geçerli.

Ellerimi gererek açtım, sıfır acı. Bu nasıl oldu peki? Şaşırmalı mıyım bilmiyorum. Yere akan damlayı silmediğimi fark ettim. Küçük ıslak bir bez ile sildim. Koltuğa yaslandım, kafamı geriye bıraktım. Artık tavan ile baş başayım. Ben ona , o bana bakıyor.

Biraz kafa karışıklığı yaratmış olabilirim ama devamında zihniniz aydınlanacak. Lütfen yorum ve VOTE lerinizi eksik etmeyin. Hoşça kalın .

YAŞAYAN BİLİR #wattys2017Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin