Toprak Adamlar Bölüm 18

763 100 13
                                    

Not: Resimdeki temsili Jessica.

Gördüğün gibi orada zaman su gibi akmıyordu. Çünkü orada hidrojen ve oksijeni birleştirip suyu biz yapıyorduk. Desem de inanma o kadar da değil. Ama nasıl desem baya yavaş akıyordu zaman. Her anında dikkat etmem gereken şeyler vardı. Bu yüzden çoğu zaman anın akışına bırakamıyordum kendimi. Düşünmem ve her hareketimi planlamam gerekiyordu. Gitmem ve yapmam gereken şeyler vardı ki buna tamamen alışmış değildim. Hemencik nasıl alışabilirdim ki, neredeyse yirmi senelik, minumum sorumluk içeren monoton hayatım son bulmuştu. Buna rağmen yine de oradaki yaşama elimden geldiğince dahil olmaya çalışıyordum.

Riley, sabah uyandığında o geceki konuşmamız hiç yaşanmamış gibi davranıyoru. Sanki o anıları bir defter sayfası gibi buruşturup atmıştı. Çöp tenekesine de değil öğütücüye atmıştı bence, ya da o sayfayı direk yakmıştı. Aynı sıcaklıkta davranıyordu bana. Hatta belki biraz daha fazla. Ya da belki bana daha fazla geliyordu, beklentilerimi en aza indirdiğim için kim bilir.
Beraber bir gün geçirdik. Alışverişe çıktık, akşam Arthur ve Scarlett ile buluşup yemek yedik. Ertesi sabah bilgi işlem timi ile görüşmem vardı. Bu kez tek başıma işlerimi halletmek istediğimi Riley'e söylediğimde beklediğimin aksine beni yadırgamamıştı. Arthur da aynı timi seçtiği için beraber merkeze gidecektik. Onunla Bayan Dunham'ın pansiyonunda buluştuk.

Günlük sohbetler eşliğinde kahvaltımızın sonuna gelmiştik. Bizi oraya öğle vakti yine Bay Parker götürecekti. Gitme saati yaklaştığında Bayan Dunham'ın ellerimize tutuşturduğu çayları alarak pansiyonun önünde beklemeye koyulduk. İçeceklerimizi yudumlarken Bay Parker yine o eski hurda benzeri aracıyla pansiyonun yakınlarında boş bir alana yanaştı. O gün de bizi bu time ilk götürdüğü gün kadar  özenli giyinmişti. Lacivert dikine çizgili takımıyla Bay Parker göz kamaştırıyordu. Özenle ütülenmiş pantolonunun paçalarına esen rüzgarın etkisiyle hava doluyor, iskarpin ayakkabılarının sesi kapıya yaklaştıkça daha da ilgimi çekmeye başlıyordu. Bay Parker zili çalmak için adımlarını üç basamaklı merdivene doğru attığında ancak aklım başıma gelmişti.

"Buradayız Bay Parker kapıyı çalmanıza gerek yok."

"Ben yaşlı bir adamım evlat. Ben unutsam da siz unutmayın aramızdaki farkları. Hissettirin kendinizi. Özellikle de bunun gibi ani hareketler yapmadan evvel."

Bay Parker'ın bizden biri olmadığını her seferinde unuttuğum için kendime sinirlenmiştim.

"Özür dilerim Bay Parker. Haklısınız."

Bay Parker sesimi aldığı yöne doğru bakıp gülümsedi. Basamakları adımlamaya devam ediyordu. Elini zile doğru götürdüğünde kapı açılmıştı. Bayan Dunham elinde bir fincan çayla onu karşıladı.

"Hoş geldiniz Bay Parker. Aracınızın yaklaştığını görüp size ikramda bulunmak istedim. Buyurun lütfen." Diyerek Bayan Dunham birkaç dakika soluklanması için Bay Parker'ı içeri davet etti.

Yaşlı adam Bayan Dunham'ın elindeki çayı alarak bu nazik davranışı için teşekkür ettikten sonra:

"Madem gençler burada beni bekliyor. Ben de onlarla beraber çayımı yudumlamak isterim. Umarım bu daveti reddettiğim için bana alınmazsınız." diyerek Bayan Dunham'dan izin istedi.

Bayan Dunham böyle nazik, kibar davranışlara aşina değildi ki zaten normalde de kırmızı olan yanakları daha da kızarmıştı.

"Elbette müsaade sizin efendim." dedikten sonra içeriye girip kapıyı kapattı. Bay Parker, Arthur'dan yardım isteyerek ikinci basamağa yavaşça oturdu. Topluluğun simgesinden olan rozeti ceketinin yakasında taşıyordu. Onu görünce bu zamana kadar Bay Parker hakkında ne kadar şey bildiğimi düşünmeye başladım. Anlık bir düşünüşten sonra bilgilerimin neredeyse hiçe yakın olduğuna kanaat getirip Bay Parker'a sorular sormaya başlamıştım.

TOPRAK ADAMLARWhere stories live. Discover now