KUSURSUZ

17K 378 129
                                    

Karanlık gecede uçuşarak yere düşen kar taneleri kadife paltosuna yağmur damlaları olarak işlenirken, genç adam avuçlarına hapsettiği ipek kumaşı hırsla kokladı. Gür kirpiklerinin muhafızlığını üstlendiği kara kehribar gözleri huzursuzlukla kapanmıştı. Dakikalar önce sağ eliyle parçaladığı cam, kırıklarıyla hala avuçlarında bekliyordu ve kan, zeminde birikmeye başlayan karın üzerine düşüyordu. İliklerine kadar hissettiği sızı bir yana, anbean sıktığı yumruğu, kanlı cam kırıklarının etine daha fazla gömülmesine neden oluyordu.

Bembeyaz olmuş parmak boğumlarının aralarına katre katre nüfuz ediyordu kan; soğuk gecenin keskin rüzgarı saçlarını okşuyor, kısılmış gözleri acıyla ve hırsla raks ediyordu. Kaşları mümkünmüş gibi, daha fazla çatıldı; yüz hatlarını okşayan afallama dudaklarının kenetlenmesine neden oluyor, sarsılmaz duruşu zeminde put gibi bekliyordu. Paltosu bedenini adeta yakıyordu, babasıyla ilgili bir anı gelmişti aklına; yırtılan bir fotoğrafın külleri ruhuna acıyla uçuşurken irislerininde yanan kor ise gri gözlere bakamayacak kadar korkaktı.

Vaatlere karışmış gözleri şehrin aynalarına dokundu. Nereye baksa binbir yansıma mevcuttu; her durgun dalgının ardında bir yırtıcı, her adımın altında kendine yabancı bir gaye vardı. Rüzgarın uğultusu kulaklarını delecekmişçesine yoğundu, derin ve çabuk aldığı nefesini vermişken kafasını hangi tarafa çevirirse çevirsin omzuna dokunan ellerin varlığı boyunca küçülmeye başlayacak gibiydi. Zihnin kuytusuna dokunan anısı fiziksel acısına dokunduğunda sessiz inleyişi geceye hükmetti.

Silik bulutların üzerini hafifçe örttüğü mehtaplı semaya tutunuyordu yumruk halinde bekleyen kanlı elleri. Süzülerek inen bir kar tanesi kirpiklerine dokunduğunda başı botlarına doğru eğilmişti; ıslak zeminle yıkanarak yüzeyi temiz olsa da tabanı çamur içindeydi, gereksiz ağırlık yapıyordu ayaklarına. Pantolonunun paçaları yağmur birikintisine bastığından epey ıslanmıştı, bedeni buz kesiyordu.

Teninde bekleyen kanlı cam kırıkları uyarılmış gibi yoğun bir acı yükledi avcuna. Yüz hatları buruşmuş, boğazından yükselen acı dolu hırıltıyı kendini sıkarak yutmuştu. Avuçlarına mıhlanan parçaları gece karanlığında görmeye çalışarak ❝Allah kahretsin,❞ diye hırsla soluydu.
Sağ elindeki yumuşak ipek kumaşı paltosunun içindeki genişçe bir cebe hızlıca yerleştirdikten sonra sağ başparmağının altında bekleyen iri parçayı hırsla çekip yere attı. Gecenin hundesi içinde boğazından yükselmek isteyen her cümleyi yutuyordu.

Az önce söylediği huysuz kelimeler küçük bir erkek çocuğuyla özdeşleşti. Genç adam parmakları civarına batan kırıkları çıkarıp tek tek yere atarken şehrin aynalarına yansıyan o küçük erkek çocuğu eski ve ahşap bir kapının ardından yanık gri gözlerin sahibini gizliyordu; aynı kelimeleri tekrar edip duruyor, sırtı ona dönük, olduğu yerde put gibi bekliyordu. Geniş omuzluydu ve özgüveni parçalanmışçasına sarsak duruyordu. Nasırlı ellerinde bekleyen pahalı bardağın içinde içkişi vardı.

Genç adam gergin, tuttuğu soluğunu verirken iri bir cam kırığını avuç içinden çıkardı ve parlak gözleri yeniden 2005 yılının Ocak ayına baktı; kıyıya yakın ahşap evin penceresinden izlenilen kar taneleri ruhunu her kış mevsiminde üşütüyordu. Hırçın dalgaların kayaya her çarpışında ahenkle bağırıyordu peşinden gelen yıldırımlar.

Kapısının ardında eski bir dolap, bazı tuşları kırılmış piyona, bir de turkuaz rengine nostaljik bir keman vardı. Birbirlerinden oldukça uzaktaydılar. Erkek çocuğunun gözleri düşen kar taneleri, ardından da solunu ısatan şömineyi buldu. Koyu renk gözleri kana batmış gibi alevleri alıyordu irislerine. İnce cızırtılar ve nefes alışverişleri o a'nı dolduran tek sesti.

Ateş kırmızısı gözleri kirpikleri ardından bir defa kırpıştığında yuvarlak halının ortasında bekleyen beden kasıldı ve nasırlı avcunun içindeki bardağın cam kırıkları her yanı az önce söylediği o iki kelime eşliğinde dağılmıştı. Avcundaki en büyük parçayı parmak uçları arasında tuttu genç adam.
Kanı aksettiren hiddette gözleri büyümüştü. Sessizliğe gömülen ruhu çamurlu anılar ardında geçmişe öfkeyle bakıyordu.
Hunde tüm şehri işgal etmişken onun kulaklarında çınlayan onlarca tını vardı; kaşları çatılıyor, kanlı ellerini her yana savurmak istiyordu. Lodosla dans eden Lacrimosa beyninin kuytu köşelerini ateşe buluyordu adeta.

Elini yaralan pek çok kırık parçayı yere atmıştı ki zaten kan, avuçlarında kurumuştu. Gözleri önünde hayat bulan anıların ve kulaklarında çınlayan tüm o eski seslerin aştığı kesikler hala tazeydi. Denizin durgun dalgalarında gezinen gözleri hafızasının anılardan sıyrılmasıyla kasıldı ve birkaç dakika önce geniş cebine rastgele koyduğu ipek kumaşı kanı kurumuş eliyle yeniden çıkardı; kirli beyaz yumuşak yüzeyi şimdi birkaç kırmızıya mühürlenmişti. Zarif, aynı zamanda kalın parmakları kumaşı sıktığında boynuna çarpan soğuk rüzgar siyah saç tutamlarını uğultuyla okşuyordu.

Kemikli çenesi dalgaların gürültüsüyle kaskatı kesildi; zihninin köşelerine sıkışmış anılar gün yüzüne çıkmak için çığlık çığlığaydılar. Genç adam karla temizlenmiş kaba botlarını bir defa yere vurdu ve paltosunun ıslanmış yakalarına siper ederek yürümeye başladı.

Kara kehribar gözleri karlı gecenin gölgesi ardında kısıldı. Avuçlarına gömülen kirli beyaz ipek kumaş hala yumuşaktı. Ve yırtıcı bir bakışın alevler içinde atan kanlı bir kalbi vardı ellerinde; damarları buz uçlu keskinlikte, bir av kadar cesur ve hassas. Canını yakacaktı.

 Canını yakacaktı

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
KUSURSUZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin