Bölüm 3

157 38 70
                                    

Cesedden çekilmiş kan damarları gibiydim. Kiremitlerin arasına sıkışmış, şeytanın tohumu gibi.

Salkım salkım dökülmüş yaprağın bükülürcesine kiremetlerin oluklarında sıkışmıştım. Bu hayatın küflü zindanlarında, çürümüştüm. Hayat tek bir nefesti aslında. Kudretin ve acının nefesi. Sessiz gecenin mavi bulutu. Kırmızı kanın sıcaklığı ama bir kalbin umudu değil. Duvarların kanlı izi ama cehennemin cennet bahçesi değildi.

Derinden gelen cızırtılı müziğin sesi yatağımı titretecek kadar gür ve rahatsızdı. Aptal Uğur her sabah kendini enerjik hissedecek, psikolojisi iyi olacak diye biz çekiyorduk ceremesini. Bu adama, açtığı müzik aletin kablolarıyla ölüm fantezilerini bi ara düşünceden eyleme uygulamaya başlayacağıma kendime hatırlatıp, üzerimdeki çarşafı kenara atarak doğruldum.

Dökülen yapraklar güneşin sisli ışığını kapatır olmuştu. Perdeden firar eden bir kaç tutam güneş ışığı mahmur gözlerimi kıstırmıştı. Çıplak ayaklarım soğuk parkenin derisinde yürürken dolaba doğru ilerlerdim. Her ne kadar istemesemde giyinmek zorundaydım. Dolabın kapağını açarak siyah bir sweat geçirdim üzerime, en azından kazak kadar rahatsızlık vermiyordu. Botlarımı giyip silahımı belime koydum. Deri ceketimi elime alıp odadan çıktım. Ahşap merdivenler gelişimi Uğur'a haber verince ben daha alt katı göremeden müzik kapandı. Aşağı indiğimde Uğur yukarı çıkmak için hazırlanıyordu.

"Konuşacağız" 

dedim, gözlerimle masayı göstererek.

"Tamam."

Dedi. Yanımdan geçip  yukarı çıkarken. Bende adımlarımı mutfağa ilerlettim. Dolaptan bir şişe viski aldım. Açıp dudaklarımı soğuk viskiyle buluşturdum. Salona girip sigaraları koyduğumuz dolaptan bir paket sigara çıkardım. Siyah kağıda sarılmış karanfilli sigara iç sesimin bana söylediklerini hatırlattı.

"Nasıl sevmezsin kızım karanfil kokuyorken ciğerlerim.."

Uğur'un merdivenlerden indiğini farkettiğimde bu düşünceler zihnimin arka sokaklarına saklandı; tekrar tekrar geri gelmek için. Masaya yaklaşarak sandalyeyi çekip oturdum. Elimdeki viskiyi masaya koyarken Uğur'un oturmasını bekliyordum.

Küflenmiş dakikaları sayamayacağım sessizliği olmuştu bir kaç dakika aramızda. Benim konuşmamı beklediği belliydi. Ama sabırsızdı. Bense gözlerimi önümdeki şişeye dikmiş öylece bakıyordum. Suskunluk odaya hükmediyordu. Benim olduğum bir yeri başkası yönetemez. Sessizliği donuk ve boş bir sesle bozdum.

"Benden aldığın pay var ya"

Dedim. Yüzüme sorgulayarak baktığını hissediyor lakin  yüzümü şişeden ayırmıyordum.

"Artık yok"

dedim. Hemen lafa girdi.

"Sıkıntı yok benim için seninle çalışmak yeterli"

dedi. Bu cevabı vereceğini biliyordum. Bana karşı gelemez. Bana isteklerini sunamazdı. Şişeyle bu kadar göz göze kalmaya dayanamayıp soğuk cam tenine dudaklarımı yapıştırıp anılarla dolu tadını, dilimde hissedip boğazımdan aşağıya yolladım.

"Biliyorum"

dedim. Masadan kalkmadı. Benden önce kalkamazdı.

"Benden aldığın pay artık yok."

dedim,

"Çünkü kendi payın olacak artık benim yardımcım değilsin."

Ben tekrar bir yudum alırken lafa girdi.

"Biliyorum sevmiyorsun bunu ama seninle kalmamın bir yolu yok mu ? Ben parada istemem. Ben bu işi seninle öğrendim. Hayatımda hiç öğrenemeyeceğim, hiç göremeyeceğim, hiç ulaşamayacağım şeyleri bana öğrettin, gösterdin, yaşattın. Kendi patronuna bile rest çektin. Kimseden korktuğum yokta senin yanında daha güçlü daha yenilmez hissediyorum. Çünkü sen yenilmezsin. Ben bu güç olmadan başarılı olamam. Bir hatam olduysa öz-"

"Kes! Sakın benden özür dilemeye kalkma bundan nefret ettiğimi biliyorsun"

Dedim. Başı öne düştü.

"Kusura bak-"

"Hala ne diyor!. Oğlum anlamıyor musun? Dileme bir şey."

Eğik olan başını mahcup edayla sadece gözlerine kaldırarak etrafa göz attı. Bir kaç dakika sessizliğin ardından

"İçebilir miyim?"

dedi. Çenesinin ucuyla viski şişesini göstererek. Elimin tersiyle itekledim. İki yudum alıp masaya koydu.

"Peki ne zaman gideceğim"

dedi.

"Ben istediğim zaman"

dediğim de  saklamaya çalışsada yüzünde bir gülümseme oluştu.

"Nasıl yani ?"

"Kendi payının olması benim emrimden çıktığını göstermez"

Gözlerini iri iri açtı inanamayan gözlerle. Konuşmaya devam ettim.

"Ama bana viski borcun var"

Dedim şişeyi göstererek. Cebinden telefonu çıkarıp

"Kaç şişe?"

diye sordu.

Masadan kalktım.

"20 yeter herhalde."

Telefonun klavye sesleri geldi ve ardından kilit sesi, bense kapıya yönelmiştim. Dış kapının kulpuna dokunup aşağı doğru indirerek kendime çektim. Serin hava bedenime çarşaf gibi yayılırcasına sarmış, alnımdaki saç tutamlarının birbirine karışmasına sebep olmuştu.

Bahçe kapısına vardığımda motorun sesini duydum. Arabayı getireceğini biliyordu. Ön kapıdan çıkınca hep bir yere gitmek isterdim. Sahile. Bu işe ilk girdiğim yer. Aynı kayaya. Şişeleri orada patlatacaktım. Güç bulduğum yerde. Arabaya bindiğimde Uğur'un yüzünde bir gülümseme vardı. Gaza bastığında bile içindeki heyecanı gizleyemedi. Onun için her şey çok daha farklı olacaktı. Çünkü o bu işe benim gibi kolayca girmemişti. Terfi almasına sevinmesi normaldi. Sahildeki otoparka çektiğinde indim. Kapıları kitleyip tekele koştu. Adımlarımı sahile doğru ilerlettim. Taşa oturduğumda elimi arkaya uzattım. Nefes nefese yetişmişti. Bir şişe uzattı. Açtım. Kendi şişesini de açmıştı. Uzattım. Birlikte kaldırdık. Dudaklarımdan dökülen kelimeler kayaya hayat verdi.

"Çünkü sen çölüme yağmur oldun.."

Koparılan KanatlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin