Bölüm 4

113 22 30
                                    

Avuçlarından kayan zehir İlmiğe düşüyordu. Geçmişten gelen ipi kesmek uğruna öldürmediğim çocukluk anım kalmamıştı ama o ip yılları geçti kopmadı benden. Çığlık atar olmuştu dalgalar birbirine, denize bakarken. Mavi ilmik savaş açmıştı kendi dostu olan gökyüzüne ama ne vardır ki paylaşamadıkları güneş her ikisine de ihanet ediyordu.
Biri batsın kimse görmesin ardımda kalsın diyordu diğeri yükselsin kiniyle kamaştırsın diyordu.
Geçmişimdeki anılar da ihanet etmemişmiydi bana. Yıllar önceki olayı öyle masum bir şekilde yaşarsınız ki ne zaman kirlenir ruhunuz o zaman tırnaklarınızla toprak atarsınız masumluğunuzu.


Sarhoş olamamak kötüydü. Yaşarken nefes alamamak da!. İçtiğim zehir avuç içlerimin tohumuydu. Damarlarımdan akan kandı toprağın suyu, kırılan hücrelerimdi açan yapraklar, avuç içim zehir büyütüyordu.


Normalde insanların bedenlerini imha edecek uçurumdaki taşlara kan sıçrayacağı kadar yüksek promiller benim bedenime yorgun dünyanın uçan kuşu gibiydi. Mavi ilmikdeki deniz bana hiç bir şey katmıyordu. Hiç bir şey hissedemiyordum. Huzur, mutluluk, rahatlama... Hiçbiri yoktu sadece oturduğum kayaya yüklediğim anlamlar içindeki enkazı sarsıyordu.


Elimdeki zehirden bir yudum daha almak için şişeyi dudaklarıma götürürken kirpiklerim titredi. Göz çukurlarım batmaya, etrafı buğulu görmeye başladım. Bu olduğunda hiçbir zaman iyi şeyler olmuyordu. Gözlerimi sımsıkı kapattım. Beynimdeki zaman şeridi gerildi.

Gerildi.

Gerildi.

Koptu!.

Boşluktaydım. Onu gördüm. Karşımdaydı. Koşmak istemedim bu sefer. Ben koştukça o uzaklaşacaktı çünkü. İzledim. Sessizdik. Ama birbirimize o kadar çok şey anlatıyorduk ki böylece kelimelerin işe yaramadığını öğreniyorduk. Gözlerim karanlıkta onu gördükçe buğulanıyordu. Gözlerimi açtım. Ona değil yere bakmaya başladım. Duygusal değildim. Gözlerimi üzerine diktim. Yoktu. Aydınlıkda bir başıma kalmıştım yine gözlerimi yumdum. Bedenimi serbest bıraktım. Sırtım yere kavuşmadan gözlerimi açtım. Gökyüzü sanki bana inat bu kış gününde masmavi ve parlaktı. Kan çanağı gözlerim ellerimin arasında düşen viski şişesini arar oldum. Uğur farkedip şişeyi uzattı. Cam şişe sanki sert kıvrımlarıyla bana davetkar bakışlar atıyordu. Aşırı derece ilgi çekicide olsa yüzüme yarım bir gülümseme yerleştirip şişeyi kayaya vurdum. Uğur'a döndüm. Şaşırmış olacaktı ki kaşları çatık sorgular şekilde baktı. Açıklama gereği duymazdım ama ayağa kalktığımda umursamaz bir sesle

"Tarihi geçmiş içki içmem" dedim.

Büyük adımlarla kayaların arasından çıkarak arabaya yöneldim. Tahminimce önce kırılan şişeyi kontrol edip yetişmek için koşacaktı. Arkamdan sık adım sesleri gelince her zaman haklı olmanın verdiği o değişik hissi alışkanlığın bastırmasına izin verdim. Eve dönüyorduk. Arabanın ön kapısını açıp oturup kapıyı kapattım. Hemen ardımdan Uğur geldi ve arabayı çalıştırıp yola koyulduk. Aklımda sadece yemek vardı, acıkmıştım. Eve döndüğümüzde hemen soğuk duşa girip kendimi ısıttım. Damarlarımdan akan kan büyük bir buz kadar soğuktu. Banyoda ki işlerim bitip odaya girip yatağın üstünde ki telefonu alıp KFC den tavuk sipariş ettim. Tatilin bitmesine az kalmıştı. Eve dönme vakti gelmişti. Gardrop'daki kıyafetler toplamadan önce odadan çıkarak mutfağa indim. Bir şişe viski daha açıp masaya oturdum. Üzerimdeki sweati çıkarıp kenara koydum. Büyük bir yudum alıp salona geçtim. Ses sistemine telefonumu bağladım. L şeklindeki koltuğa uzandım. Tam şarkı 'şöyle oluyo yani biri geliyo hayatına' derken kapı çaldı. Kalktım, siparişimi alıp yemek yerken telefon çalmaya başladı. Telefonu açıp yaşlı ve korkan sesi dinledim.

"Ara vermeden önce yapman gereken işler var"

Dedi. Kaşlarım çatık umursamaz ses tonumla

"Devam et."

Dedim. Sesinin değişmesinden gülümsediğini anlayabiliyordum. Adresi söylediğinde telefonu suratına kapattım. Yemeğimi bitirip kalktığımda Uğur'u aradım. Alışverişten gelmek üzereydi. Bende sweatimi giyip arabanın kaputuna oturdum. Sigaralar birbiri ardına sönerken sonunda motosikletin sesini duydum. Poşetleri bırakıp garaja girdi. Adresi söyleyip dışarıyı izlemeye başladım. Düşünemiyordum. Sahil boyunca giderken yolda sarmaş dolaş yürüyen bir çift gördüm. Olamazdı.

"Siktir!" Diye bağırdım.

"Çek kenara şu siktiğimin arabasını"

Uğurun afallayan surat ifadesiyle arabayı yavaşlatmıştı. Hiç düşünmedim. Kapıyı açıp kendimi yere attım. Arkamızdaki arabaların bazıları zor durmuş arkamızdaki arabanın sürücüsü camdan küfürler yağdırıyordu. Umurumda değildi. Çifte doğru koşuyordum. Seslerden dolayı ikiside bir anda arkasına dönünce içimdeki yangın tekrar bir kül bulutuna döndü. Ama duyduğum silah seslerinden dolayı arkama dönünce Uğur'un aptallık yapmayacağını düşünüyordum. Yanılmamıştım. Uğur havaya sıkmıştı. Arkadaki sürücüyse hala ısrar ediyordu. Arabaya yöneldim. Diğer adam beni görünce

"Napıyosun sen lan!?"

Diye bağırdı. Kafamı yerden kaldırıp gözlerinde bir saniye bile sürmeyecek kadar kısa bir süre baktım.

"O arabaya binip buradan gitmezsen alnının ortasında bir delik oluşacak"

Deyip arabaya bindim. Aynadan adamı izledim. Sanırım sözlerimden ziyade gözlerimden korktu ki arabasına binip gitti. Uğur da gelip motoru çalıştırınca yola devam etmeye başladık. Sormadı. Soramazdı da. Bir sigara daha yaktım. Kulaklıklarımı takıp kendimi müziğe bıraktım. İçimdeki çığlıkları bastırmanın en iyi yolu buydu. Kulaklarımı dolduran sözler eşliğinde olabildiğince uzağa uzanan düz sahil şeridini izliyordum.

"Sevgi karanlıktır , zaten aydınlık olsa da boşa bakarsın.."

Koparılan KanatlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin