Oyun

757 45 4
                                    


GÜNÜMÜZ

Clementine bağrıyordu, ''Eliz? Nerdesin? Bu kadar saklanman yetmez mi?'' Ormandaydılar. Clementine buraya nasıl geldiklerini hatırlamıyordu. Tek istediği Eliz'i bulmaktı. Eliz yine saklanıyordu. Oyun oynamaya ne zaman başladıklarından habersizdi Clementine. İçinden küfürler savuruyor, Eliz'in saklambaç oyununda çok iyi olmasından dolayı yakınıyordu. Büyük gövdeli ağaçların arkasına baktı. Uzun çalılıklara, kayaların arkasına... Hayır. Yoktu işte. Eliz yoktu. Onu bulamıyordu. Kocaman ormanda, minicik bedeniyle yalnız kalmıştı. Annesi neredeydi? Evde mi? Onu ormana yalnız başına mı göndermişti? Korkuyordu. Yere oturup dizlerini karnına çekti. Ayakkabılarının cırt cırtlarıyla oynamaya başladı. Eliz'in sobelemesi gereken ağaçtan uzaklaşmıştı. Gelmesini bekliyordu. Eliz Clementine'ın arkasından hızlıca koşup sobeledi. Clementine yanına koştu. ''Korkuyorum. Neden burdayız?''

Eliz, ''Saklambaç oynamak için geldik unuttun mu?'' diyerek kıkırdadı.

Clementine'ın kafası karışmıştı. Ne zaman? Ne zaman geldiler buraya? Eliz gözden kayboldu. Clementine olduğu yerde döndü. Onu arıyordu. Yine mi saklanmıştı? Amaçsızca ortalıktan kayboluyordu. Clem korkuyordu, koşmaya başladı. Dümdüz. Koşuyordu. Eliz'in çığlığını duydu. Eliz ona bağırıyordu. Yardım istiyordu. Clem sesin geldiği tarafa doğru koşmaya başladı. Yol vardı. Ormanın içinde asfalt bir yol. Neden? Nasıl? Bir araba gördü. Ters devrilmişti. Eliz tekrar bağırdı. Bu sefer sesi farklıydı. çocuk sesi gibi değil. Genç bir kız konuşuyordu. ''Anne? Anne!''

Clementine arabaya doğru koştu, dizlerini ve ellerini yere koydu. Arabanın içine baktı. Eliz'in annesi, Çiğdem Hanım açık gözlerle Clem'e bakıyordu. Hava yastığı inmişti, beyaz olması gerekirken acı bir kırmızıya boyanmıştı. Çiğdem, konuşmaya çalışıyordu. Kanlı elini Clem'in yanağına uzattı. Kısık bir sesle fısıldadı; ''Eliz. Clementine, Eliz.'' Clem gözleri dolu bir şekilde kafasını arka koltuğa çevirdi. Eliz oradaydı. Konuşmuyordu, bağırmıyordu, hareket etmiyordu. Baygın bir şekilde uzanıyordu. Habersizdi yaşananlardan. Clem, Çiğdem'in elini sıktı, yanağına bir öpücük kondurdu. Şoktaydı. Ne söyleyeceğini bilemiyordu. Ağzından ''hoşçakal'' kelimesi süzüldü. Bunu neden söylediğini bilmiyordu. Ağlamaya başladı. Ufak kız, dizlerinin üstüne çökmüş hıçkırıklarla ağlıyordu.

''Clementine? Clem? Clementine?''

Hıçkırıklar arasında uyandı. Rüya mıydı? Ayırt edemiyordu. Gözlerini açtı. Terlemişti, gözleri yaşlıydı. Kafasını onu uyandıran sese doğru çevirdi. Annesiydi. Annesi Clem'in kâbuslarından haberdardı. Kızına sarıldı. Artık ufak bir çocuk değildi. Büyümüştü. 18 yaşındaydı. Hıçkırıklarını durduramadı. Annesi, ''Ne gördün?'' Clem hıçkırıklarının arasından ''Kaza...'' diye fısıldadı. Annesi anlamıştı, başka bir şey sormadı. Clem kendine gelene kadar ona sarıldı. Kızının saçlarını okşuyordu ince parmaklarıyla. Clem, annesine benziyordu. Annesinin, pembe dudakları, tombul yanakları minik bir burnu vardı. Uzun boylu bir kadındı. Vücudu inceydi. O da Clementine gibi Fransa'da doğmuştu. Clem'den farklı olarak uzun bacakları ve sarı saçları vardı. Clem saç rengini babasından almıştı. Babası İngiliz kökenliydi. Uzun boylu, alımlı bir adamdı. Koyu kahve gözleri, kızıl saçları vardı. Clem hâlâ babasının ne işle uğraştığını bilmiyordu. Bunu bir sır olarak kabul etmiş, sormayı bırakmıştı. Babası elindeki açık mavi kupayla içeriye girdi. İçinde kahve vardı. Şekersiz sütlü. Annesine işaret edip, Clem'in yanına oturdu. Kupayı annesine vererek kızına sıkıca sarıldı. Clem hıçkırıklarını durdurmuş, sessizce duvarı izliyordu. Çenesi babasının omzundaydı. Yavaşça konuşmaya başladı. ''İki yıl oldu. İki yıl. O iğrenç kazadan sonra. Eliz'e dair bildiğim tek şey şuan hayatta olduğu. Annesi mezarda ve bu durumla nasıl idare ettiğine dair hiçbir fikrim yok. Onu bulamıyorum. Ondan haber alamıyorum. Saklanmaktan vazgeçmiyor.'' Akan burnunu silmek için kendisini geriye doğru itti. Babasının siyah gömleğinin cebinde bulunan mendili alıp burnunu kuruladı. Daha sonra mendili elinde sıktı. ''Yeni bir mendil alman gerekiyor baba, bu artık benim sümüklü mendilim.'' diyerek kıkırdamaya çalıştı. Üzerinden şoku atmıştı ama acısı tazeliğini yitirmiyordu.Hafifçe gülümseyip odadan çıktı. ''İyiyim'' sinyali vermeye çalışıyordu. Her ne kadar o yaptığı konuşmadan sonra inandırıcılığını yitirmiş olsada. Banyoya doğru ilerledi. Suyu açtı. Üzerini çıkardı. Suyun ısınmasını beklerden aynaya baktı. Suratını inceliyordu. Eşsiz bir güzelliği vardı. Uyumaktan ve ağlamaktan gözleri şişmişti hafifçe ama bu güzelliğinden hiçbir şeyi götürmüyordu. Duşa girdi. Ilık suyun onu sakinleştirmesine izin veriyordu. Eliz'i düşünmek ona acı veriyordu. Onu seviyordu. Aralarındaki bağ çok kuvvetliydi. Kazaya kadar ilişkileri çok sağlamdı. Eliz onun ilk sevgilisi olmasa da, ilk sevdiği idi. Bunu biliyordu. İlklerini Eliz ile yaşamak istiyordu. Ona ulaşmak acısını hafifletebilirdi. Çiğdem'in ölmüş olması onu kahrediyordu. Bunları düşünürken saçlarını yıkamayı bitirip, vücudunu yavaşça köpüklüyordu. Kapalı olan suyu tekrar açtı. Durulandı. Saç kremini sürdükten sonra duştan çıktı. Üstünü giyinmek üzere odasına doğru ilerledi. Gri südyeniyle, üzerinde Marvel karakterleri olan boxerını giydi. Marvel'ı seviyordu. Önceden sinemalara Eliz'le birlikte giderdi. Eliz kaza geçirdiğinde 17 yaşındaydı. Clem ise 16. Eliz aklından çıkmıyordu. Her yerde bir anısı vardı. Gardırobunu açtı, yaz ayındaydı, bir şort çekti. Koyu gri, yüksekbel bir şort. Üzerine askılı bol bir badi aldı. Arkası V şeklinde açıktı. Bileğine 3 yıl önce Eliz'in verdiği siyah ipli kolyeyi dolamıştı. Kopmamış olsaydı hâlâ boynunda olurdu ama bileğinde olmasının da bir anlamı vardı. Siyah spor ayakkabılarını giyip evden çıktı.

Annesi ve babası işe gitmişti o duştayken. Onlara mesaj atıp arabaya doğru ilerledi. Artık 18 yaşında olduğundan ehliyeti vardı. Klasik arabaları seviyordu, siyah bir 1962 Ferrari Superamerica'sı vardı. Çiğdem'in gömülü olduğu mezarlığa gidiyordu. Onu özlemişti. Onunla konuşmak istiyordu. Önceden birbirlerine çok yakınlardı. Yol boyunca ses çıkarmadı. Kimseyi aramadı. Şarkı açmadı. Sessizce yolculuğunu tamamladı. Arabasından indi. Kadıköy'deydi. Merdivenköy Mezarlığı'na gelmişti. Kapıdan içeri girerek sola döndü yürümeye başladı. Mezarlığın yerini ezberlemişti. Bu nedenle hiç zorlanmadan buldu. Mezarlığın mermerine oturdu. Elini toprakta gezdirdi. ''Ah! Çiçek almayı unuttum.'' diye geveledi. Bunun moralini sıkmasına izin vermemeye çalışarak: ''Merhaba Çiğdem. Sana abla ya da teyze gibi sıfatlar takmam gerekmediğini söylemiştin. Öyle biraz resmiyete kaçıyor. O yüzden adınla sesleneceğim. Seni çok özlüyorum. Eliz... Umarım o iydir. Ondan haber alamıyorum. Rüyamda sizi gördüm. Gerçekleşen olaylar kâbus gibiydi. Kâbustu. Seni seviyorum. Daha fazla konuşamayacağım. Ağlamak istemiyorum.'' yavaşça toprağı öptü. Arabadan minik kavanozunu aldı ve içine biraz Çiğdem'in toprağından doldurdu. Üzerine de mezarlıkta bulunan kurumuş çiçekten ekledi bir parça. Yeni bir çiçek yoktu. Eliz'in gelmediğini düşünüyordu. Kavanozun kapağını kapattı. Arabasına bindi. Kavanozları arabada saklıyordu. Üzerine yapışkanlı kağıt yapıştırıp tarihi attı; ''12 Nisan 2017'' arabayı çalıştırıp evin yolunu tuttu.

Evde kimse yoktu. Kapıyı kilitledi. Mutfağa yöneldi. Kahvaltı yapmamıştı ve hazırlamaya da üşeniyordu. Mutfak dolabından ballı Cheerios çıkardı. Kaseye koyarak üzerine süt ekledi. Yedikten sonra su içti. Odasına çıktı. Laptobunu alıp yatağa uzandı. Umutsuzca Twitter'a girdi. Arama motoruna ''Eliz Kırgın'' yazdı.İsminden başka bir kullanıcı adı kullanmamış olmasını umut ediyordu. Karşısına hiç sonuç çıkmadı. Daha fazla kurcalamak istemedi. Laptobu kapattı. Kağıt ve kalem aldı. Eliz için kağıda bir şeyler karaladı. Ona ulaşmayacağını bildiğinden iç çekti.

''Gelmedin. Kayboldun. Nerede olduğunu bilmiyorum. Gittin. Hiçbir şey söylemeden, açıklama yapmadan. Bıkmadın mı saklambaç oynamaktan? Beni hep yenmekten? Büyüdün artık. Sıkılmalısın. Çocuklaşıyorsun seni seviyorum ama bundan nefret ediyorum. Sanırım artık seni sevmekten de nefret edeceğim. Son bir kez sormayacağım artık. Saymayacağım geçen saniyeleri. Seni aramaktan da yoruldum. Mutfak dolabında da yoksun. Gerçi artık oraya sığmazsın ama yine de kontrol ettim biliyor musun? Tamam. Saymıyorum. Duvardan da uzaklaştım. Artık oyunu kazanabilirsin ama kaybeden sensin. Artık ben de gidiyorum.''

Kırık Oyun(girlxgirl)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin