# 2. Bölüm #

47.2K 610 20
                                    

Kahvemi yudumlarken gazetemi okuyordum. Sabahları yapmayı en çok sevdiğim şeydi. 

Kahvenin sıcaklığı boğazımı yakarken haberin başlığını tekrar okudum.

"ÜNLÜ MÜCEVHER TASARIMCISI LAURA WALLER, KALİFORNİYA SOKAKLARINDA!"

Altında tam bardan çıkarken çekilen fotoğrafım vardı. O lanet elbiseyle frikik vermediğime hala şaşırıyordum. 

Dün gecenin görüntüleri aklımda oynaşmaya başladığında nefesim bir süreliğine tıkandı. Bir kaç dakikalığına da olsa, adam resmen beni sözleriyle becermişti.

Bacaklarımı birbirine bastırdım.

Asıl kötü olansa bir saat sonra onunla randevum vardı. Henry McHallery.

Lanet olası, hayat. Hayatın cilvesi bu olsa gerekti. Adam bana ahlaksız cümleler kuruyor ve bir sonraki gün karşısına çıkıp "Ah, merhaba, ben Laura Waller. Seni tahtından etmeye geldim. Ama, sanırım dün söylediklerinden sonra dilini de kesmem iyi olur." mu diyecektim?

Kafamı iki yana salladım. Kahvemin kalanını döktüm ve odama geçtim. Üstüme siyah, ip askılı, kısa elbisemi giydim. Altına da çooook fazla para verdiğim plartformlu siyah topukluları geçirdim.

Yüzüme hafif bir makyaj yaptığımda çıkmaya hazırdım.

************************************************************************************************************

Arabamdan indiğimde valeye anahtarı uzattım. Fakat valenin yüzüne bile bakmadım. Lanet olsun, burası harikaydı.

Şirketin kapısı tamamen mücevherle işlenmişti. Yukarıya doğru başımı kaldırdığımda, şirketin kaç katlı olduğunu çıkaramadım.

İçeriye girdiğimde, tam beklediğim şeyle karşılaştım. Zengin, yakışıklı erkekler, güzel, sarışın, kızıl sekreterler ve hepsinin yüzünde ki zoraki gülümseme.

Henry bunların hepsini teker teker becermiş olmalı.

Masaya doğru ilerledim, hafifçe eğildim. "Henry McHallery ile randevum vardı."

Kadın kafasını kaldırdı ve gülümsedi. "Tabii, efendim. Hemen kontrol ediyorum."

Kadın bilgisayarda bir kaç tuşa tıkladı. "Laura Waller? "

Genişçe gülümsedim. "Evet."

"Bay McHallery şu anda başka bir randevuda. Yaklaşık on dakika erken gelmişsiniz."

"Sorun yok. Siz geldiğimi bildirin. "

Kadın bana anlamamış gibi baktı. "Şu anda başka bir iş ortağıyla toplantıda."

"Ona sadece geldiğimi ve kapıda beklediğimi söyle."

Kadın hala bana bakıyordu. "Hemen." diye ekledim.

"İşten atılmak istemiyorsan, hemen dediğimi yap."

Kadının yüz ifadesinin değişimini izlemek çok eğlenceliydi. Hemen telefonu kavradı ve bir tuşa bastı.

"Rahatsız ettiğim için özür dilerim, Bay McHallery. Fakat Laura Waller geldiğini ve beklediğini size söylememi istedi."

Bir süre dinledi ve telefonu kapattı. Yanakları al al olmuştu. "Odasına hemen gidebilirmişsiniz."

Başımı salladım ve kırıtarak ordan ayrıldım. Asansöre bindiğimde her düğmenin yanında neresi olduğu yazıyordu.
 
En üst kat Patronun, yani McHallery'nin idi. En üs katın bir altı boştu. 

Birden terlediğimi farkettim. Sanırım yine bana ahlaksız sözler söylemesinden korkuyordum. Ama sonuçta iş için buradaydım. İş yerinde bunları yapmazdı.

Asansörden çıktığımda kocaman bir salonun ortasındaydım. Aynı benim evimdeki gibi avize nadir bulunan taşlarla dizayn edilmişti.

Salonun karşısında bir kapı vardı. Kapının yanında bir kadın vardı. 

Kadının yanına ulaştığımda "Hoş geldiniz." dedi ve gülümsedi. Telefondan bir tuşa bastı ve iki saniye sonra kapı açıldı.

İçeriden siyah uzun saçları olan, kısacık eteği ve gömleğinin ilk üç düğmesi açık bir kadın çıktı. Yanakları kızarmıştı ve bana gülümsemek için kendini zorladı.

Şimdi neden alt katın boş olduğunu anlayabiliyorum.


Kapıyı çaldım ve sert bir erkek sesi duydum. "İçeri gel, Laura." Oh, ne güzel. Şimdiden bana adımla hitap ediyor.

İçeriye girdiğim an durdum. Gece karanlıkta fazla iyi görünmüyordu ama şimdi, gerçekten bir Prens gibiydi. Çok yakışıklıydı.

Çok fazla.

Kafamı iki yana sallamamak için kendimi zor tuttum. Buraya onu yok etmek için gelmiştim. Bacak aramı yalatmak için değil. 

Ki ben asla o kızlardan olmamıştım. Adam yakışıklı diye üstüne atlamayacaktım. İstediği her kızı elde ettiği belliydi. Ve ben onlardan değildim. Ben onun orospusu olmayacaktım. Düşündüğünde gülüp geçtiği, "İyi sakso çekiyordu, be!" dediklerinden olmayacaktım.

Gardını al, Henry McHallery. Çünkü bu sefer karşında en büyük düşmanın var.

Beni açıkça süzdü. Hoşuna gitmiş olmalı ki sırıttı ve elini uzattı. 

"Dün gece barda söylediklerim için üzgünüm." Ah, bunu demesini beklemiyordum.

"Beni yok etmek için geldiğin belli. Fakat düşmanım olamayacak kadar alt seviyesin."

Ağzım bir karış açık kaldı ve o, buna güldü. Lanet herif, dişlerini söküp boynuma kolye yapacağım.

"Lütfen düzgün konuşun, Bay McHallery. Buraya güzelce konuşmaya geldim ama siz hemen işleri kızıştırıyosunuz."

Güldü ve sandalyesine oturdu. Çok rahatsız olmuştum. O, sandalyesinde yayılırken ben karşısında, ayakta dikiliyordum. Ve vücudumu inceleyip duruyordu.

"Oturabilir miyim?" Gözlerinin içine kızgınca baktım. Birisi otur demeden oturmak saygısızlıktı ama daha fazla beni gözleriyle soymasına katlanamazdım.

"Tabi, tabi." 

Oturdum ve yüzüne baktım. Sanki bir şey dememi bekliyordu.

"Bana alt seviye demenizin kalbimi kırdığını söylemeliyim. Bu dünyada size düşman olacak nitelikteki tek kişi benim çünkü." ona meydan okuyarak baktım. Yüz ifadesi hala alaycıydı.

"Bu  dünyada bana düşman 'olabilecek' kimse yok, Laura." Adım dudaklarından ilahi gibi dökülüyordu.

Kes, şunu.

"İlk olarak, bana ' Bayan Waller' demeye ne dersiniz?"

Sandalyesinde arkasına yaslandı ve kaşlarını havaya kaldırdı.

"Siz nasıl isterseniz, Bayan Waller."

Derin bir nefes aldım. "Teşekkür ederim. İkinci olarak, şunu belirtmek isterim; Çok çabuk karar veriyorsunuz. Benimle bir projeye imza atın ve kimin daha çok kazandığını görelim. Benim 'Ünlü Mücevher Tasarımcısı Laura Waller' diye çağırılmamın bir nedeni var."

Aniden ciddileşti. Masanın üstünden bana doğru eğildi. "Seninle bu yarışa katılmam için bir neden ver."

Ne? "Sizden daha iyi olduğumu kanıtlayabilirim."

"Hoşuma gitmedi." Tekrar geriye yaslandı. "Hiç ilgi çekici değil."

Ne yani, senin için ilgi çekici bir şey mi yapacağım? Seks dışında ilgi alanın yok gibi.

"Kazanırsanız, size Türkiye'den getirttiğim 24 tane zultanit taşı vereceğim."

İşte bu ilgisini çekmişti.

"Zultanit taşı mı? O taşın artık satılmadığını zannediyordum." Kaşları çatılmıştı ve bana öfkeyle bakıyordu. Sanki zultanit taşını ondan önce ben elde ettiğim için kızgındı.

Bu, çok iyi.

"Satılmıyor. Ben bazı kaynaklardan birkaç sene önce elde ettim."

Sandalyesinde geriye kaydı. "Kabul ediyorum."

Gülümsedim. Zaferin tatlı kokusu! Her yerde! Çok tatlı kokuyor! Fırından yeni çıkmış, minik kekler gibi!

Ayağa kalktı ve bana elini uzattı. Masa büyük olduğu için biraz fazla eğilmek zorunda kaldım. Bay McHallery ise bundan faydalanıp iri göğüslerimi şehvetle süzdü.

Elini tutayı becerdiğimde, elinin çok yumuşak ve damarlı olduğunu farkettim. Çok fazla güç yayıyordu.

Elimizi hafifçe salladık. Ben tam elimi çekmek üzereyen beni haffçe çekti. Birazcık kaykılarak masaya daha çok eğildim.

"Bir daha ki buluşmamızda, daha kısa ve dekolteli bir elbise giymen dileğiyle." Gözlerimin içine bakarak fısıldadı. Kalın, hafif sesi bacak aramı zonklattı.

Elimi hemen geri çektim.

"Bu da ne demek! Ben buraya iş için geldim!" Diye savunmaya geçtim. Bu adam kendini ne sanıyordu!?

"Her gelen böyle diyordu." Sonra sandalyesine tekrar oturdu ve arkasını döndü.

Sesi tekrar bana ulaştığında kapıdan çıkmak üzereydim.

"Şimdiden benden kaçıyor musun? Tadını çıkar. Elimden her zaman bu kadar hızlı kurtulamazsın."

Kapıyı hızla çarparak çıktım. Kalbim gümbürdüyordu. Ayaklarım birbirine dolanıyordu ve alnımdan ter damlaları süzülüyordu. Sözleri başka şeyler vaat ediyor ama aynı zamanda korkutuyordu.

"Elimden her zaman bu kadar hızlı kurtulamazsın."

ÇalkantıWhere stories live. Discover now