# 3. Bölüm #

54.2K 988 201
                                    

"Hoş geldin, Steve." Birbirimize sıkıca sarıldık. Parfümü hala aynıydı.

"Hoş bulduk." Ondan hafifçe ayrıldım ve yeşil gözlerine baktım. Hala canlı ve güçlü gözleri vardı. 

"Beni çok mu özledin yoksa?" Ellerim belinde, gözlerinin içine kıpırdamadan baktığımı fark ettim. Bana açıkça sırıtıyordu. Bende ona açıkça sırıttım.

"Hiç vazgeçmeyeceksin değil mi?" Kafasını iki yana sallarken sırıtışımı sürdürdüm ve beni takip etmesi için işaret ettim. Merdivenlerden çıkarken arkadan geliyordu. Pijamayla uyuduğum bir gecenin sabahına denk gelmişti. Şükürler olsun.

"Paris nasıldı, güzeller güzeli?" Mutfağa girdiğimizde söylemişti bunu.

"Harikaydı."

"Değişen bir şey var mı?" Ona döndüm. Duvara yaslanmış beni süzüyordu. Kahverengi saçları yeşil gözlerinin üstüne düşmüştü. Nefes kesiciydi.


"Hayır. Hala ilişkimizin bitmesine mutluyum." Pufladı. Buna kıkırdadım.

"Benim kadar uzun süre boşalmayanı bulamazsın." Dedi ve hafifçe yaklaşmaya başladı.

"Özür dilerim, ne kadar sürede boşaldığını unuttum."

Dibime girdiğinde ellerimi göğsüne koydum...

"İstersen hatırlatabilirim." ...ve onu ittirdim.

"Orada dur, koca oğlan. 'Arkadaş kalacağız' dememiş miydik?" O sandalyeye otururken kahve makinesine doğru yürüdüm.

"Arkadaşlar sevişebilir."

"O zaman arkadaşların sevişmesine karşıyım." 

"Benimkisi sade olsun." Dedi gülerken. 
 
************************************************************************************************************

Koltuğa kendimi bıraktım. Steve, gerçekten tatlıydı. O kadar çok espri yapıyordu ki, gülmekten karnıma ağrılar girmişti. Şimdi ise yorgunluktan ölüyordum. Kaslarım gülmekten ağrıyordu. Gözümden habire yaş geldiği için başımın ağrısını da eklemem gerek.

Birazcık televizyon seyrettim ama hiçbir şey sarmıyordu. Canım sıkılıyordu. Belki de kızları aramalıyım. Kesin bir yerlerde parti vardır.

Ben tam telefonu elime almıştım ki, çalmaya başladı. 

Tanımadığım numaraydı.

"Alo."

"Laura Waller' la mı görüşüyorum?" İnce, narin bir kadın sesi.

"Evet."

"Merhaba, Bayan Waller. Henry McHallery bugün, akşam yemeği için Amour, un vin toxique'e ikiniz için yer ayırtmış. Size haber vermemi söyledi. Akşam saat yedi buçukta orada olmanızı rica ettiler."

Kaşlarım çatıldı. Neden böyle bir şey yapma gereği duymuştu ki?

"Orada olacağım, teşekkürler."

Telefonu kapattım ve elimde döndürmeye başladım. Büyük ihtimalle benimle iş konuşacaktı... Yani, öyle olmalı değil mi?

Dua edeyim, öyle olsun.

***********************************************************************************************************

Siyah bir elbise, altında siyah topuklularım, saçlarım açık ve dalgalı, yüzümde hafif bir makyaj. Abartılı olmayan hoş bir kombin olmuştu bu. 

Aslında çok hoş olmasını istememiştim. Sonuçta adam beni yollu görüyordu. Ne demişti? 'Her gelen öyle diyordu.' Böyleydi sanırım. Ya da 'Hepsi böyle demişti' Böyle mi? 

Bunu neden bu kadar düşünüyordum ki. Sonuçta düşmandık ve ilk toplantıda birbirimizin burnundan getirmiştik. Beni arzuluyor olması saçmalık olur. Güzel bir kadın olabilirim ama etrafında o kadar kolay kadın varken sadece sarı saçıma peşime düşmez.

Beni çağırdığı yer, ünlü bir Fransız lokantasıydı. Bir kere gitmiştim. Bir daha gitmemeye karar vermemin nedeni; daha çok sevgililerin gidebileceği tarz bir yer olmasıydı.

Beni istediğini düşünmem için bir neden daha.

Arabamı lokantanın önüne bıraktım ve anahtarları valeye uzattım. 

İçeriye girdiğimde sıcak hava tenime çarptı, burnumu gül kokusu doldurdu.

Duvarlarda Paris' in en güzel köşelerinin tabloları vardı. Tanrım, Paris'i özledim.

Masaya yaklaştım. "Merhaba. Adım Laura Waller." Kadın hemen bilgasayardan birkaç şeye baktı.

Bir kaç işlemden sonra bir görevli beni masaya götürüyordu. İlerledik, ilerledik... Gittiğimiz masa bütün masalardan ayrı, kimsenin göremeyeceği bir yerde, cam kenarındaydı. İstemeden titredim. Adamda ki özgüvene bak... Ne zannediyor? Masanın altından ona elleteceğimi falan mı!?

Beni görünce sandalyesinde doğruldu ve bana yukarıdan baktı. Uzun boyuna lanet ettim. Ve tabii yakışıklı yüzü ve Tanrı gibi vücuduna...

Ah, hadi ama!

"Hoşgeldin, Laura. Seni bekliyordum."

Görevli gitmişti. Lokantada o kadar kişi varken, özel bölmede olduğumuz için sadece biz var gibiydik.

"Seni görmeyi dört gözle beklediğim söylenemez." 

Güldü ve elini bana uzattı. "Geldiğin için teşekkür ederim."

Elini tutmadım.

Yerime oturmak için hareketlendiğimde arkamdan sandalyemi çekti ve oturmama yardımcı oldu.

Sanki gerek varmış gibi.

Tabii 'Teşekkür ederim.' dememezlik yapmadım.

Karşıma oturduğunda yüzünde hafif bir gülümseme vardı.

Bardağıma şarap doldurdu, sonra kendi bardağına. Bardağı elime aldım ve hafifçe burnuma yaklaştırdım. Kokladım. Ağzıma yaklaştırıp bir yudum alırken beni dikkatle izlediğini fark ettim.

"Şarap incelemeyi biliyorsun."  Bu sözleri beni gülümsetti.

"Ben her şeyi bilirim." 

Öne doğru eğildi. Dirsekleri masaya yaslıydı ve ellerini kavuşturmuştu. Gözleri hınzırca parlıyor, dudakları yasak şeyler vaat ediyordu.

"En iyi bildiğin şey ne?"

Şarap kadehini bıraktım. "Çok çeşitli şeyler bilirim."

"Veeee..." 

"Seni ilgilendirmiyor." Ona otuz iki dişimi göstererek sırıttım. "İş konuşmak için geldim."

Sandalyesinde arkasına yaslandı ve yüzümü inceledi. "Bu kadar sıkıcı olmak zorunda mısın? Şurada iki dakika flört edeceğiz."

Çılgınca bir kahkaha attım. "Tanrım! Ben senin düşmanınım!"

"Düşmanınla sevişemezsin diye bir kural yok."

Gülümsemeye devam ettim. "Benim kendi kurallarım var. Ve o kurallara göre düşündüğün tek şey seksse kalkıp gidiyorum."

"İş."

"Evet."

"İş için Paris' e gittin değil mi?"

"Aynen."

"Yalancısın, Laura." Dudağının kenarları onaylamazcasına yukarı kıvrılmıştı.

"Ya- yalan söylemiyorum." Resmen tükürmüştüm.

"Yanakların kızarıyor. Gözlerin büyüyor ve kekeliyorsun." Şarabından bir yudum aldı. "Korkak."

"Ne?" Bu adam neyin peşinde?

"Çalışacağım insanların geçmişini araştırırım, Laura. Benim gibi bir insanın o kadar çok düşmanı var ki..."

"Kimsenin senin düşmanın olabilecek kadar üst seviye olmadığını düşünmüyor muydun?"

Güldü. " Ve ilgi çekici bazı şeylerle karşılaştım."

Kalbim gümbürdüyordu. Ne öğrenmişti? Herkesten sakladığım lanetin neresini öğrenmişti ki, bana bir deneymişim gibi bakıyordu?

"Neden bahsettiğini anlamıyorum..."

"Uyuşturucu bağımlısı, alkol bağımlısı ve birçok lanet şey..." Kahkaha attı. "Sen lanet olası bir keşmişsin." Kafasını iki yana salladı. "Bu hiçbir şey. Diğerlerini dinle..."

"Yaşadığım şeyleri bana anlatman gerekmiyor tamam mı? Onların hepsi geride kaldı." Dudaklarım büzülmüştü.

"Lafımı kesme. En heyecanlı yere geliyorum..."

"Henry..."

"Lanet olası bir fahişe!"

Neden? Neden her şey önüme ısıtılıp tekrar konuyor? Ben gerilere itmeye çalıştıkça, karanlıktan elini uzatıp boynumu sıkan geçmişim... Tanrı' ya ettiğim duaların değeri yok mu? Cehennemde yanacağım. 

Ben fahişe değilim. Hiçbir zaman da olmadım. Bundan sonra da olmayacağım.

"Boklu ağzını topla." Ona meydan okudum.

"En azından benimkisi seninkisi gibi meniyle dolu değil."

Ah.

Ayağa kalktım ve sinirlerime hakim olmaya çalıştım. Yüzüne şarabımı boşaltabilir ya da yemeklerden birini üzerinden toplamasını sağlayabilirdim ama başlarsam duramayacağım için vazgeçtim.

Hızlı adımlarla uzaklaşmak istedim ama bir el bileğimi kavradı.

"Sana 'Gidebilirsin' demedim. Otur o sandalyeye."

Orospu çocuğu! Seni bok kafalı!

"GİT KENDİNİ BECER, KIÇIMIN PRENSİ! İŞTEN VAZGEÇİYORUM!"

Elimi hızla kurtardım ve uzaklaşmaya başladım. Bacaklarım titriyordu. İçimde öfke vardı ama sevinç daha fazlaydı. Sanki bağırmayı uzun zamandır bekliyordum ve rahatlamanın huzuru içimi dolduruyordu.

Bütün herkes bana bakıyordu. Yüzüm kıpkırmızı olduğu için olabilir. Ya da saçma sapan yürüyordum. Neyse.

************************************************************************************************************

Yatağımda kedi gibi kıvrıldım. Şu yorganın soğukluğuna, pijamanın bolluğuna bayılıyorum... Mırlayabilirim hatta.

Uykumun gelmesi uzun sürmedi. Konudan konuya atlayarak hayal kurmak bunu kolaylaştırmıştı.

Rüyamda uçan atlar gördüm, nedenini bilmiyorum. Psikolojim bozuldu sanırım.

************************************************************************************************************

Uyandığımda fena halde çişim vardı. Tuvalete girip bunu hemen hallettim. Dişlerimi fırçalamayı kahvaltıdan sonraya bırakmaya karar verdim.

Merdivenlerden aşağıya zıpalayarak inerken at kuyruğumun hoplayışını hissedebiliyordum.

Mutfağa girdiğim anda ağzım açık kaldı ve hareket edemedim.

Henry. Burada. Üstünde iş kıyafeti, elinde kahvesi, masada oturmuş, gazete okuyor. Masanın üstünde nefis bir kahvaltı hazırlı.

Bakışlarını bana kaldırdığında gülümseyişiyle gamzeleri ortaya çıkıyor.

"Ah, günaydın Laura. Umarım omleti seversin."

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Apr 13, 2014 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

ÇalkantıWhere stories live. Discover now