1.BÖLÜM

152 24 57
                                    

İlk bölümle herkese merhaba umarım kitabıma ön yargı ile bakmadan bana bir şans verirsiniz, sizden küçük bir isteğim var Yqmrats adlı kullanıcının KAYGISIZ adlı duygalırı tanımlayan şiir kitabına bakmanız bu bölümü de ona ithaf ediyorum ilk bölümden!!

"Son derece gururlu insanlar, susmayı ve yalnızlığı sever"

Anton Cehov

Zifiri karanlık bir ormanda ay ışığı tek bir noktayı aydınlatıyordu, küçük kızın üzerini ve neredeyse on adım ilerisi...

Küçük kız bir ağacın gövdesine yaslanmış, bacaklarını karnına kadar çekerek ellerini etrafına sarmış, kafasını gizleyerek ağlıyordu. Bir hıçkırık sesi yardı geçti derin sessizliği, her hıçkırık sesinde sebepsizce kalbim sancıyordu..!

Peki kimdi o kız, niye ağlıyordu?

Küçük kızdan çıkan hıçkırıkların arasına kuru yaprakların çatırdamaları karışınca korkuyla ayağa kalktı, etrafında dönerek çevreye bakındı. Şimdi yüzünü görebiliyordum ama kim olduğunu anlayamamıştım.

Çatırdamaların sesi artınca korkuyla sıkıca kapattı gözlerini

"Kızım" arkadan gelen narin ses ile küçük kız burukça gülümseyip arkasını döndü.

Ayaklarından başlayarak süzdüm kadını, aynı küçük kızın giydiği gibi uzun beyaz bir elbise, kızınkiler gibi açık bıraktığı kumral saçları.

BU KADIN BENİM ANNEMDİ!!!

"Anne!!" Diye çığlık atarak koştu sarıldı küçük kız anneme, annem narin elleri ile küçük kızın beline sarılarak karşılık verirken bana neden bakmadığına anlamadım veremiyordum. Ben de "Anne" diye seslendim beni duyacağına emin olduğum bir ses tonuyla ama duymadı tekrar seslendim "Anne.".

Annem küçük kızdan ayrılıp yüzünde küçük bir tebessüm ile kızın yüzüne şefkatle bakarak elini tuttu. Benim bulunduğum tarafa doğru yürürlerken yanıma geldiklerini sanıp anneme sarılmıştım ama bir hayaletmişim gibi içimden geçip yollarına devam ederlerken ay ışığıda onlara yol gösteriyordu.

"Anne beni neden duymuyorsun, beni neden görmüyorsun?" diye fısıldadım sonra anlık bir kararla peşlerinden koşmaya başladım. Önce çıplak ayaklarım çizilmiş üzerimdeki toz pembe elbisenin paçaları çamurlaşmış sonra ise hızını arttırmaya çalıştığım için kollarım çizilmeye başlamıştı.

Ne zaman bu kadar hızlı yürümüşlerdi, acaba ben mi kaybolmuştum? Bu düşüncelerimin arasından hâlâ el ele yürüyen annem ile annem ile o kızı görmemele ayrıldım tıpkı ormanın gecenin karanlığından sıyrılması gibi. Benim için huzurun rengi olan şafağın turuncusunda bir daha huzur bulacağımı düşünürken dizlerimin üzerine düştüm.

Dizim sızlarken tek yapabildiğim dört ayak üstünde koşmanın etkisi ile havasız kalan ciğerlerimin oksijen ihtiyacını gidermekti. Dizlerim tekrar sızladığında sızı yavaşça kalbimide esir aldı. Derin bir nefes alıp canımın acısını umursamadan "Anneee!!" diye bağırdım. Yine duymamıştı, dudağım titremiş, bir kaç gözyaşı görüş alanını puslandırmaya yetmişti.

Sağ elimin tersiyle gözlerimi kabaca silip burnumu çektim. Yanımdaki ağaçlardan destek alarak ayağa kalktım. Onların gittiği yöne doğru giderken birkaç adım sonra ayağım havada asılı kaldı.

Ağaç gövdesine asılan takvim '11 Temuz'u gösteriyordu. Anem ve babamın ölüm günleri! Sakin kalmaya çalışarak dümdüz yürüdüm. Yolun doğru olup olmadığını bilmeden. Sağ elimle, sol kolumu sıvazlayarak çevreyi tarıyordum. İçimde bir korku vardı, çok farklı, ne kadar kendimi cesaretlendirmeye çalışmamda olmuyordu tüm benliğimde hissediyordum!

AY IŞIĞIWhere stories live. Discover now