Bölüm 4

11.2K 712 280
                                    

Yorumlarınızı bekliyorum, biliyorsunuz. Yorum yapyın; Yorum Yorum Yorumm...


Alınan bir zaferin tadı, bir bardak şarabın içine dökülmüş zehir gibi yok edici olabilir miydi? Kazandığım bir zafer vardı, ilk defa yenilgiyi tadan ben değildim fakat içime uyunan tat zevk vermek yerine beni katlediyordu.

Sonunda istediğim oluyordu. Artık onun kadar kötüydüm, onun kadar vicdansız olmaya başlıyordum. Ve onun kadar hissiz bir kuklaya dönüşüyordum. Bunu ben istemiştim öyle değil mi? O halde sızlanmayı hak etmiyordum. İçimde sönen iyilik, reddettiğim vicdanım ve yok ettiğim hislerim hak ettiğimi bana veriyordu.

Hak etmediklerimi bir bir yolcu ediyordum. Benden gidiyorlardı, ardına bile bakmadan kaçıyorlardı.

Sırtımı usulca sandalyeme yasladım, Filistinli bana bakmıyordu, İranlı'nın gözleri boş bakıyordu. Bense oturduğum yerde kazandığım zaferden keyif almam gerekirken zihnimde dolanan hissizlikle nefes alıp vermek dışında hiçbir şey yapmıyordum.

Yolun sonuna vardığımda neler olacağını, neler kaybedeceğimi ve kazandıklarımın bana yetip yetmeyeceğini sorguluyordum. Etrafımda kimse kalmayacaktı, bunu bilmenin verdiği keyifsizliği ve vicdanıma dokunan küçük sızıyı sindirmeye uğraşıyordum. Filistinli daha yolun başında zarar verdiğim ilk kişi olmasa da verdiğim zarar tam karşımda oturuyordu, gözlerinde o kaybolan güvenin kırıklığını görebiliyordum. Haklı olabilirdi, onu planın dışında tutmamam ve Filistinliye yalan söylememem gerekiyordu. Bana kırılmıştı, bunun yanında onun güvenini kırmıştım. Yine de başa dönme şansım olsaydı planı Filistinliye söylemezdim. Güvenini kıracağımı bile bile ona yalan söylerdim, onu kandırırdım. Çünkü beni hak ettiğimden fazla benimsiyordu, üstelik beni taklit ederek her seferinde kendini benim önüme atıyordu. Ve ben birilerinin ardında kalmak, birilerine sığınmak istemiyordum.

Açık konuşalım, Ateş Doğan hiçbir zaman beni zorla yanında tutmamıştı. Ne söylerse söylesin istediğim zaman onun yanından gidebilirdim ve o beni durdurmazdı. Beni onun yanında tutmaya zorlayan hiçbir şey yokken neden onun yanında kalmıştım ki, bunu hiç düşünmüş müydünüz? Ben düşünmüştüm, cevabı bulduğumda ise sadece reddetmiştim. Ateş beni koruyordu, onun ardına saklanabiliyordum. Aslında ben her şeyi biliyordum ama bilmeyi reddediyordum. Sedat Tuna'nın yanında olursam onun gerçek yüzünü sürekli görmek zorunda olacaktım, bu yüzden Ateş'in yanında kalmıştım. Zihnimin kör hayallerini birkaç saniye, birkaç dakika ve birkaç gün daha uzatıp sahte bir mutluluğu sömürmeyi seçmiştim.

Belki de Ateş neden onun yanında kaldığımı bildiğinden sürekli bana Sedat Tuna'nın gerçek yüzünü göstermeye çalışıyordu. Saklanmamın bir faydası olmayacağını anlatmak istiyordu belki de. Fakat sonunda gözlerimi açmamı, ucu bucağı kör hayallerimden kurtulmamı sağlamıştı, bu cesareti ondan almıştım. Sonrasında ise her şey tersine dönmüştü. Saklanmak istemeyen ben olmuş, saklamak isteyen ise Ateş olmuştu. Beni bu noktaya Ateş getirmişti, onu bu uçuruma ben sürüklemiştim. Biz birbirimizi sona getirmiştik ve birbirimizin sonu olacaktık; Uçurumdan ilk atlayan bendim.

Artık beni kabul etmesini beklemiyordum, kimseden kabul görmek istemiyordum. Birkaç saat önce Ateş'in telefonda duyduğum hırıltılı sesi kulaklarımda çınladı. Yapmak istediğim onunla konuşmak değildi, sadece ona öfkelenmek istemiştim; bana gerçekleri gösterip benimsediğim sahteliği benden çaldığı için. Fakat beni tanımıştı, nefes alışımdan bile beni tanıyabildiğini söylemişti. Yanılıyordu, artık beni tanıması mümkün değildi. Ona beni kabul etmeyeceğini söylemiştim, beklediğim cevap beni zaten hiçbir zaman kabul etmeyeceğiydi fakat Ateş ilk defa beklediğim cevapların tam tersini vermişti. İlk defa ondan nefret etmem için elime hiçbir şey vermemişti.

KAÇAKÇI 3 (KİTAP OLUYOR!)Where stories live. Discover now