Bölüm 8

5.4K 322 136
                                    

Canlarım, şuan işteyim. Çok bir şey yazamayacağım. Beni beklediğiniz için hepinize teşekkür ederim. Bölüm çok uzun değil, hatalarım vardır çünkü tüm bölümü telefondan yazmak zorunda kaldım. Şuan parmaklarımı hissetmiyorum.
Neyse, herkese keyifli okumalar dilerim.

Lütfen yorum yapmayı unutmayın...


'Buradan gitmen gerekiyor. Buradan gitmen gerekiyor. Bu mekanı hemen terk etmen gerekiyor.'
Kendi kendime bu cümleyi defalarca kez kurmuş olmama rağmen hala olduğum yerde duruyordum. Ateş, sanki çok sabırlı bir insanmış gibi dakikalardır beni zorlamadan bekliyordu. Ama neyi bekliyordu ki? Cesaretimi toplamamı mı? Ne zaman yüzsüz bir pislik gibi yanlarına gideceğimi mi?

"Herkes bizi bekliyor." dedi Ateş. Göz ucuyla yüzüne baktım. "Git o zaman." dedim. "Senden benimle beklemeni mi istedim sanki? Ayrıca ben gitmek istiyorum, burada kalmayacağım."
Ateş hızla bana döndü. "Senin derdin ne, Sarışın?" diye sordu kaşları çatılırken. "Ozan burada, o çok sevdiğin Veliaht bile burada. Merve, Cansu, Ege... Herkes burada sarışın, neden böylesin?"
Gözlerim ayakta bizi bekleyen gruba kaydı. Ozan'ın yüz ifadesi her zamanki gibi yine okunmuyordu ama kaşlarının çatıklığını görebiliyordum. Beyaz, üzerinde kuru kafa baskılı bir tişörtle üşüyüp üşümediğini merak ettim bir an. Cansu koluna yapışmış, buruşturduğu yüzüyle bana bakıyordu. Neden hala burada olup yanlarına gitmediğimi merak ettiğini görebiliyordum. Sonra Emre'ye baktım. Sanırım herkesin arasında en çok onun kalbini kırmıştım, çünkü gözleri ben hariç her yerdeydi. Ege ayağa kalkmamıştı ama her an doğrulacakmış gibi bir pozisyondaydı.

Ateş'in parmakları bileğime dolandığında beni zorla peşinden sürükleyecek sandım ama sadece tutmakla yetindi. "Yanında olduğumun farkındasın, değil mi?" diye sorduğunda omuz silkmekle yetindim. Bu zamana kadar tek başımaydım, şimdi birinin yanımda olması neyi değiştirecekti ki? Ya da saatlerce burada durmam veya buradan kaçmam da bir şey değiştirmeyecekti. Dayanabilirim diye düşündüm. En fazla yarım saat kimsenin gözlerine bakmadan, kimseyle konuşmadan bir köşede bekleyebilir ve gidebilirdim. Korkularımın üzerine gidebilirdim, onları ezip geçebilirdim. Evet, belki dört yıl önce bunu yapabilirdim ama artık o kadar zordu ki.

Sedat Tuna, "Senin hayatın o kadar farklı ve o kadar karmaşık ki," demişti bir keresinde. Yine bir kavganın tam ortasındaydık. Otelin bodrum katında, nefes almanın bile imkânsız olduğu o delikte geçirdiğim bilmem kaçıncı gecelerden biriydi. Yerde yatıyordum, sırtımda o kadar büyük bir acı vardı ki, derim yanıyordu. Gözlerini büyütüp bana alaylı bir bakış atmıştı. "Sen ki güzel kızım," diye devam etmişti cümlesine. "Korkularından kaçtığında ilk soluklanacağın yerde beni bulursun. Ve yine bilmeni isterim ki bir gün korkularının üzerine gitmek istersen ve o aptal cesaretin ayaklanırsa, üzerine gittiğin o korkuların olduğu yerde de ben olacağım. Belki seni tüketmek için, belki de seni tükettiğim halde var olmana sebep olan o dostlarını bir bir yokluğuma katmak için."

Dudaklarım titriyordu ve bu titreme o kadar şiddetliydi ki bu benim gerçek anlamda enkaza dönüştüğüm geceydi. Bu odadan çıkmam gerekiyordu, o an orada durmaya devam edersem sırtımda ki acı sanki bir kara delik gibi büyüyüp beni içine alacaktı ama benim buradan kurtulmamın tek yolu Sedat Tuna'nın şirketinde başrolü oynamaktı. Bunu yaparsam sanki kurtulacakmışım gibi söylüyordu, beni buna inandırmaya çalışıyordu ve zihnim artık o kadar doluydu ki ne yaptığımı ne de yapacağımı kestiremiyordum. "Ben bir gün buradan kurtulacağım," dediğimi hatırlıyorum. Bozuk bir plak gibi söylediğim tek cümlede buydu zaten. Bu kez bana kulaklarımı kesmeyi istetecek bir kahkahayla karşılık vermişti. "Neden olmasın?" diye sormuştu. "Elbette kurtulabilirsin, güzel kızım. Ama merak etme, ben o zaman bile senin kurtulduğun o noktada seni tekrar tutsak etmek için duruyor olacağım."

KAÇAKÇI 3 (KİTAP OLUYOR!)Where stories live. Discover now