15. Bölüm: "Zeka, Özgüven ve Gurur"

6.7K 365 107
                                    


Kendime hazırladığım kahvaltıyı henüz bitirmeye bile yaklaşmamışken kapımın alacaklı gibi çalınmasıyla duraksadım. Kapım sertçe yumruklandıktan sonra sesler yükseldi ve benim de korkularım isim kazanmış oldu.

Fulya.

"Aç kapıyı orospu!"

Dün gece oynadığımız oyun, cesaretlik, sutyen ve Çağatay gibi anahtar kelimeler zihnimde yansıma bulunca, korkmam gerektiğini anladım. Fulya beni kendi evimde çiğ çiğ yiyecek, öldürecek ve ben de kalan parçalarımla evime geri dönecektim. Bu kez nefret dolu değildim çünkü ona bir yerde hak verebiliyordum. Zaten yaptığımdan bende gurur duyuyor sayılmazdım. Sadece bir oyundu, gönüllü değildim ama yine de onun eline malzeme vermiştim.

"Fulya sakin ol." Çağatay'ın onu alıkoymaya çalıştığını duyabiliyordum. Belki de bana numara yapıyordu kim bilir? Hiçbir şey göremiyor ama seslerden başıma ne geleceğini tahmin edebiliyordum. Yine de kapıyı açmak zorundaydım, saklanamazdım. Onur kırıcı olurdu. Ayrıca kendimi her halükarda savunabilirdim de.

Tam kapının önüne ilerlemiştim ki "Aç kapıyı korkak!" diye bağırınca içimdeki tüm tereddütler sona erdi ve duraksamadan açtım. Önce sertçe, ayakkabılarıyla içeri girer, eşyalarımı kırıp döker, bana bağırıp çağırdıktan sonra dövmeye çalışır diye düşünmüştüm ama hiç de tahmin ettiğim gibi olmadı. Kapıyı açar açmaz elini yüzüme geçirince tırnaklarıyla yanağımı çizdi ve o ince sızıyı tüm yüzümde hissettim. Çağatay "Geri zekalı!" diye bağırdı bana.

"Seni öldüreceğim orospu! Tüm erkeklere kuyruk salladığın yetmiyormuş gibi bir de benim sevgilime mi sardın? Bunun bedeli olur nasıl bilmezsin?" üzerime atılınca neye uğradığımı şaşırdım. Filmlerdeki absürt dövüşme sahneleri gibiydi, resmen üzerime uçmuştu ve bende ağırlığıyla yere çakılmıştım. Eğer kafam yere çarpsaydı beyin kanamasından ölmem sadece birkaç saniye alırdı.

Beni en çok üzen şey de, bir kadının, bir başka kadına, sırf bir erkek uğruna hakaret etmesiydi. Evet, onun erkeğine göz koymuş olsaydım benimle bu konu için tartışabilirdi, hakkıydı. Ama ne öyle bir durum söz konusuydu ne de o seviyeli bir tartışmadan yanaydı. O hiçbir sebep olmaksızın benden nefret ediyor, intikam almak ve sindirmek istiyordu. Neden olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu, ama üzülüyordum. Bana gücünün yetmesinden değil, beni aşağılamasından değil, bir kadın olarak, hemcinsinden bu denli nefret ettiği için, hem de bir erkek için!

Tek başına olsaydı onu fiziksel olarak alt edebilirdim. Onu dövebilirim! Ama bunu yapmak istemiyordum. Ona karşı şiddet kullanmak, bir yerlerini kanatmak düşüncesi hiç hoşuma gitmiyordu çünkü ondan onun kadar nefret edemiyordum. Çünkü yaşadıklarımızın hiçbir anlamı yoktu.

Ama o... Her şeye farklı bir açıdan bakıyordu.

"Bu okuldan siktir olup gideceksin anladın mı köylü? Geldiğin bok çukuruna geri dön temiz aile kızı! Bu hayat senin neyine be? Bunlar sana fazla gelir, sen git evinde güzel yemek yapmayı öğren de memur bir kocan olsun."

Ağzım o kadar açık kalmıştı ki, yutkunamadım bir süre. Neler neler söylüyordu! Söylediği her kelime kalbime sıcak demir gibi saplanmıştı, neredeyse ağlayacaktım çünkü gözlerimin dolduğunu hissedebiliyordum. Bana hakaret olarak söylediğini var saydığı hiçbir şey hakaret değildi aslında. Köylü veya temiz aile kızı dedi diye bundan utanacak değildim. Ama bu hayatı hak etmediğimi söylemesi kalbimi en çok kıran nokta oldu. Evimde yemek yapacakmışım, memur kocama beğendirmek için...

Nefes alamadım. Bu hayatta başıma gelmesinden korktuğum ne varsa onu hak ettiğimi söylemişti. Hayallerime çelme takmaya çalışmıştı!

Dönüşü Olmayan HataWhere stories live. Discover now