~42~

541 30 0
                                    

" Bridget." Birinin adımı seslendiğini duydum ama gözlerimi açamıyordum. Aynı ses bir kez daha seslendi ama yine hareket edemedim. Ardından bir el beni hafifçe sarstı. En sonunda mecburen gözlerimi açtım. Deminden beri bana seslenen Alan'mış meğer.

"İyi ki uyandın uykucu. Biraz daha uyanmasaydın ambulans çağıracaktım. "dedi Alan eğilip dudaklarıma ufak bir öpücük bırakırken. Gülümsedim.

''Kendimi çok yorgun hissediyorum. Sürekli uyuyasım var."diye mırıldandım.

"Bu normal bir şeymiş. Doktora sormuştum."dedi bilmiş bir tavırla.

"Sen ne kadar çok şey biliyorsun?" Alan hareket edip üzerime çıktı ama ağırlığını üstüme vermiyordu.

"Ben her şeyi bilirim."dedi yüzünde çarpık bir gülümsemeyle. Öyle mi der gibi kaşlarımı kaldırdım.

"Bana öyle bakma."dedi bu defa , eğilip çenemden öperek.

"Nasıl bakıyormuşum?"dedim ama dikkatimi pek toplayabildiğim söylenemezdi. Alan'in öpücükleri boynuma kaymıştı ve bu konuşmamı zorlaştırıyordu.

"Öyle işte.'' diye mırıldandı.

"Alan yapma şunu! Dikkatim dağılıyor."diye cırladım en sonunda. Alan kıkırdadı ve üzerimden kalktı.

"Pekala. O zaman kalkmak zorundasın. Kahvaltı hazır."

"Süpersin!"dedim yataktan kalkıp kollarımı boynuna dolarken. Alan gülümsedi ve

"Öyleyimdir."dedi. Ardından beni kaldırıp kucağına aldı ve mutfağa kadar taşıdı. Bir sandalyeyi ayağıyla geri çekip beni oturttuktan sonra kendisi de geçip yerine oturdu.

"Mmm , sofra harika görünüyor."dedim dudaklarımı yalayarak. Alan hiçbir şey demeden sadece gülümsedi. Ben de ona gülümsedim ve masadakilerden azar azar alıp tabağıma koymaya başladım. Bu aralar yediğim her şey bana baldan tatlı geliyordu. Böyle giderse doksan kilo olacaktım.Bir ara nefes almaya karar verip başımı kaldırdığımda Alan'in yemeğiyle ilgilenmeyip beni izlediğini gördüm. Kaşlarımı ne oluyor der gibi kaldırdım. Alan omuz silkti.

"Hiiç. Sadece... Çok iştahlı yiyorsun. Seni izlerken doymuş kadar oluyorum. Bir şey yememe gerek yok."

"Bence yesen iyi olur."dedim bir lokmayı daha ağzıma atarken. Alan sandalyesinden kalkıp arkama geldi ve çenesini omzuma yasladı.

"Sen yemeklerden daha tatlısın. Onu bunu boşver de , bugün beraber bir yerlere mi gitsek acaba?" diye sordu. Camdan dışarı baktım. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu.

"Bu havada mı?"dedim dudaklarımı büzerek. Başımı hafifçe yana çevirip hala çenesi omzumun üzerinde olan Alan'a baktım.

"Ne olacak ki? İlla açık alan olması gerekmez. Sinemaya falan belki..." Aslında bu mükemmel bir fikirdi. Ayrıca Alan'la vakit geçirmeyi de gerçekten çok özlemiştim. Benim için bir değişiklik olurdu. Ama bir problem vardı. Yerimde hareket ettim ve Alan başını omzumun üzerinden kaldırdı. O kalkınca ben de yüzümü ona döndüm ve en masum halimle gözlerinin içine baktım.

"Aslında güzel olabilir ama..."

"Ama ne ? Seninle vakit geçirmeyeli çok oldu."diye sızlandı Alan. Bana böyle baktığı sürece vicdan azabı çekmem işten bile değildi.

"Andrew buralarda ve görürse iyi olmaz. Hem de hiç. Her şey berbat olur ve..."

"Biliyorum biliyorum. Sen de intikamını alamazsın. İnan seni anlıyorum." Sözleri bana hak verdiğini belirtse de yüzünden bu duruma bozulduğunu anlayabiliyordum. Aslında haklıydı ve böyle hissetmesi gayet normaldi. Sonuçta kardeşi berbat herifin tekiydi ve bugüne kadar büyük sorunlar yaşamamıza sebep olmuştu. Ayrıca o bizi görmesin diye köşe bucak saklanmak zorundaydık. Hem de bunu hiç hak etmediğimiz halde. Ama yapabilecek bir şey yoktu. Eğer bundan sonraki hayatımızda huzurlu bir yaşam sürmek istiyorsak en azından bir süreliğine bu duruma katlanmak zorundaydık.Moralim bozulmuş bir şekilde yerimden kalktım ve bana arkasını dönmüş olan Alan'in beline kollarımı sarıp başımı sırtına yasladım. Alan'in derin bir iç çektiğini duydum.

"Özür dilerim. Çok ama çok özür dilerim. Gerçekten. Ama beni anla. N'olursun! Bunu yapmam gerekiyor ve ben..." Sesim çatallanmıştı ve gözümden bir damla yaşın düşüp Alan'in tişörtünü ıslattığını fark ettim. Alan da ağladığımı anlamış olacak ki nazik bir şekilde kollarımı belinden çözdü ve bana dönüp göz göze gelmemizi sağladı. Çenemden tutup başımı kaldırdı ve baş parmağıyla gözümden akan yaşları sildi. Yüzüne baktığımda gözlerindeki acıyı gördüm.

"Ağlama güzelim. Saçma sapan, bir çocuk gibi davrandım. Asıl ben özür dilerim. Aptalın tekiyim. Seni anlıyorum ve senin için bu duruma istediğin kadar katlanabilirim. Anlaştık mı?"dedi yarım ağız gülümseyerek. Olur anlamında başımı salladım.

"Pekala. O zaman sil gözyaşlarını. Bak hazır yağmur da durdu. Seni James'in mezarına götürmemi ister misin? Andrew'un bizi orada göreceğini sanmıyorum. "Bu mükemmel bir fikirdi. Bu aralar onu çok boşlamıştım. Gülümseyerek "Olur."dedim ve Alan'a tekrar sarılıp kokusunu içime çektim.

"Sen mükemmelsin. Teşekkür ederim. "diye fısıldadım ve geri çekilip koşarak odama çıktım. Üstümdeki pijamaları çıkarıp bir kot pantolonla siyah bir tişört giydim. Üzerine de kabanımı geçirip Alan'in yanına indim.

''Ben hazırım. Haydi çıkalım." Alan tamam anlamında kafa salladı ve elimden tutup beni de beraberinde dışarı çıkardı. Hava cidden soğuk ve kasvetliydi. Koşar adım arabaya gidip kendimi içeri attım ve hemen klimayı çalıştırdım. Alan da binince arabayı hareket ettirdi. Beş dakika sonra mezarlıktaydık. James'in mezarı girişe yakın bir yerdeydi.

  Mezarın başına geldiğimizde geçen seferde getirdiğim çiçeklerin solduğunu fark ettim. Eğilip onları hemen oradan aldım. James'in mezarına yakışmıyorlardı. Alan elini omzuma koydu ve destek vermek istercesine sıktı. James'e olan özlemim buraya her gelişimde kendini daha fazla belli ediyordu. Sanki her defasında o ilk anki acıyı tekrar tekrar ve iki misli yaşıyordum. Eğilip elimi yağmurla birlikte çamurlaşan toprağa sürdüm. Toprağa dokunduğumda James'in de bunu hissettiğine ve geldiğimi anladığına inanıyordum. Kardeşimin onu hala sevdiğimi bilmesini istiyordum. Bunun ne kadar gerçek olduğu umrumda bile değildi. O her zaman benden daha hayat dolu bir çocuktu ve ben; öldükten sonra bile bu dünyayla olan bağının hiç zayıflamadığını düşünüyordum.

'' Ben geldim James.''diye fısıldadım gözlerim dolarken. ''Bu aralar seni çok ihmal ettim biliyorum. Bana kızma ne olur! Seni hala eskisi kadar çok seviyorum ve gelememiş olsam bile hep aklımdaydın birtanem. Bundan sonra daha sık geleceğim. Söz veriyorum. Seni bir daha bu kadar arka plana atmayacağım."dedim. Gözyaşlarım artık yavaş yavaş akmaya başlamıştı. Ayağa kalkıp Alan'a döndüm.

"Ben kötü bir abla değilim , değil mi?" Alan beni kendine çekip sımsıkı sarıldı.

"Tabi ki değilsin. Ve emin ol James seni anlardı. Sen benim gördüğüm en iyi ablasın. "dedi dudaklarını saçlarıma bastırarak.

"Umarım öyleyimdir."

  Bu bölüm biraz geçiş niteliğindeydi. Bir sonraki bölüm daha hareketli olacak. Bu arada okuyucu sayımız her geçen gün daha da artıyor. Hikayemi okuyan , vote verip yorum yapan herkese kucak dolusu teşekkürler. Sizi seviyorum :D

BÜYÜK OYUN (Düzenleniyor)Where stories live. Discover now