~43~

505 27 1
                                    

  Bazen kaybettiğiniz birinin yanınızda olduğunu hissedersiniz ya; işte ben de James'in mezarını ziyaret ettiğimden beri öyle hissediyordum. Sanki her an, her saniye benimleydi. Özellikle de gülümsediğim zamanlarda. Son bir haftadır sık sık gülümsediğimi düşünürsek kârdaydım.

   Bir haftadan beri Alan beni el üstünde tutuyordu. Bir dediğimi iki etmiyordu ki bu tuhafıma gidiyordu, çünkü Alan başkalarından emir almaktan hoşlanan biri kesinlikle değildi. Bu kadar mutlu olmamıza rağmen bu bir hafta içinde Andrew'la da vakit geçirmek zorunda olmam Alan'i huzursuz ediyordu. Ama her seferinde tatlı dille onu yatıştırmayı başarıyordum. Bir de Alan'in bir haftadır benden gizli bir iş çeviriyor olduğu gerçeği vardı. Sürekli bir yerlere gidiyor, gizli gizli telefonda birileriyle konuşuyordu. Ne olduğunu sorduğumdaysa " Önemli bir şey değil."diyerek beni geçiştiriyordu. Ama artık sabrım taşmaya başlamıştı. Bir kere daha gizlice telefonda konuştuğunu görürsem öğrenene kadar üstüne gitmekte kararlıydım.

  Salona indiğimde etrafta göz gezdirdim ama Alan meydanda yoktu. Yine hangi cehennemdeydi acaba? Bir an seslenmek istedim ama sonra çenemi kapalı tutup onu evin içinde aramaya karar verdim.Mutfakta değildi. Hole baktığımda orada da olmadığını gördüm. Sessiz olmaya özen göstererek merdivenleri çıktım. Bir an durup etrafı dinlediğimde banyodan fısıltılar geldiğini fark ettim. Hiç tereddüt eeden ani bir hareketle banyonun kapısını açtım. Ve işte! Alan yine telefonla konuşuyordu. İçeri girmemle birlikte bana döndü. Gözleri şaşkınlıkla açılmıştı ve yüzünde bir çocuğun yaramazlık yaparken yakalandığında yüzünde oluşan ifadenin aynısı vardı.

"Ne yapıyorsun sen burada?" dedim tek elim belimde bir adım öne çıkarak. Alan bir bana bir elindeki telefona baktı. Bir şeyler uydurmaya çalıştığı o kadar barizdi ki.

"Telefonla konuşuyordum."dedim masum bir ifadeyle. Haydi ama! Koskoca Alan Johnson söyleye söyleye bunu mu söylemişti? Sanırım yavaş yavaş yalan söyleme yeteneğini kaybediyordu.

" Haydi canım! Bak bunu anlayamamıştım."desim alayla gülerek. Ardından Alan'in dibine kadar sokulup gözlerimi kıstım. "Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Karşında kandırabileceğin bir çocuk yok. Hemen, şimdi bana ne olduğunu en ufak ayrıntısına kadar anlatacaksın.Yoksa seni fena yaparım."dedim işaret parmağımı yüzüne doğru sallayarak. Alan rahatlamış bir şekilde nefesini verdi.

"Ne oldu?"dedim anlamayarak. Daha çok gerilmesi gerekmez miydi? Sonuçta gizli bir iş çeviriyordu.

"Yanlış anlamandan korktum sadece."

"Ne gibi?" diye sordum tek kaşımı kaldırarak.

"Ne bileyim? Aldattığımı falan düşünürdün."

"Yok daha neler! Bu kadar şeyden sonra artık kendi ağzınla söylesen bile kıçımla gülerim." Alan'in dudağının kenarında ufak bir tebessüm oluştu.

"Ama bu benden kurtulabileceğin anlamına gelmez!"dedim eski tavrımı takınarak. Alan bir adım geriledi ve kollarını iki yana salladı.

"Sakin ol bebeğim. Her şeyi öğreneceksin. Ama şimdi değil."

"Ne zaman peki?" diye sordum. Artık sabrımın ulaşabileceği en uç noktadaydım. Alan telefonunun ekranına bakıp tekrar bana döndü.

"Yaklaşık olarak bir saat sonra. Ben şimdi çıkıyorum bir saat sonra meydana gel. Orada bekliyor olacağım."deyip yanağımdan öptü ve itiraz etmeme fırsat vermeden çıkıp gitti. Ben de sap gibi ortada kaldım.

   Bir saat sonra ne olacağından habersiz bir şekilde meydana gitmek üzere evden çıktım. Hava çok sıcaktı. İki gün önce buz gibi soğuk varken şimdi böyle olması tuhaftı. Arabama atlayıp yola çıktım.Yirmi dakika sonra meydandaydım. Arabadan inip Alan'i görmek için etrafıma bakındım ama göremedim.Onun beni bulacağını düşünerek bir banka oturdum. Zaten beş dakika sonra Alan yanımda beliriverdi.

"Kusura bakma. Beklettim. "dedi nefes nefese. Tek kaşımı kaldırarak ona baktım.

"Neredeydin?"

"Çok mu beklettim yoksa?"

"Hayır ama bir işler çeviriyorsun ve bilmiş ol ki bu hiç hoşuma gitmiyor."Alan gülümsedi.

"Şu mesele. Seni daha fazla meraklandırmasam iyi olacak yoksa beni öldüreceksin. Haydi gel." Ayağa kalkıp elini uzattı. Bir an ona baktım, daha sonra elini tutup ayağa kalktım.

''Ne yapıyoruz?" Alan cevap vermeden beni peşinden sürükledi ve meydanın tam ortasına getirdi. Amacı neydi bunun? Ona saf saf bakarken diğer elimi de tuttu. Meydanın ortasında hiçbir şey yapmadan duruyorduk.

"Alan ne yaptığımızı bana söyleyecek misin? Burada neden dikiliyoruz? Herkes bize bakıyor. Deli sanacaklar bizi. " Alnını alnıma yasladı.

"Biraz sabret." dedi sakince. Sinirle içimi çektim. Ama Alan'la konuşurken bir şeyi fark etmemiştim. Bir grup insan etrafımızı çevirmişti ve ellerinde beyaz kağıtlar tutuyorlardı. Ne olduğunu anlamaya çalışarak bir Alan'a bir etrafımızdaki insanlara baktım. Hem onlar, hem de Alan gülümsüyordu.

"Tanrı aşkına Alan, neler oluyor?"dedim merakımı daha fazla bastıramayarak. Alan hala sırıtmaya devam ediyordu.

"Seni daha fazla merakta bırakmayalım o zaman."dedi Alan etrafımızdaki insanlara dönerek başıyla işaret verdi. Onlar da ellerindeki boş kağıtları-en azından benim boş olduğunu sandığım- çevirdiler. Hepsinde bir harf vardı. Harfleri birleştirdiğimde ortaya tek bir cümle çıkıyordu:

BENİMLE EVLENİR MİSİN?

   Gözlerimi kocaman açarak Alan'a döndüm.

"Sana inanamıyorum!" dedim elimle ağzımı kapatarak. Alan pis pis sırıttı.

"Şimdi öğrendin mi bir haftadır neler yaptığımı?"

"Ben... Hiç aklıma gelmemişti böyle bir şey." Alan bana bir adım yaklaştı ve gözlerini gözlerime dikti.

"İyi de sen bana hala cevap vermedin?" dedi soru sorar gibi. Şaşkınlıktan ne yaptığımı biliyor muydum sanki? Derin bir nefes aldım.

" Ben... Buna hazır değilim.'' Hem Alan, hem de hala etrafımızı sarmış bir şekilde bekleyen insanlar gözlerini kocaman açarak bana baktılar. "Şaka yaptım! Sakin ol Alan. Kalp krizi geçirecekmiş gibi duruyorsun. Seninle tabi ki evlenirim." Alan bana ölümcül bir bakış attı.

"Cidden kalp krizi geçiriyordum." dedi elini cebine atarken. Ceketinin cebinden ufak bir kutu çıkardı. İçinde bir yüzük vardı.

"Az kalsın yüzüğü çöpe atacaktım."deyip elimi tuttu ve kutudan çıkardığı yüzüğü parmağıma geçirdi.Etrafımızdaki kalabalık iyice artmıştı. Yoldan geçenler de ne olduğuna bakmak için durmuş olmalıydı. Çevremizden bir alkış yükseldi. Dönüp onlara gülümsedim. Şu an herkesi seviyordum. Ve dünyanın en mutlu insanıydım.

                      ++++++++

  Eve döner dönmez kendimi koltuğa bıraktım. Yorgun olduğumu daha yeni fark ediyordum. Alan yanıma gelip beni kollarının arasına çekti.

"Uyu istersen. Dinlenmiş olursun."dedi mırıldanarak. Olur anlamında başımı salladım ama anlaşılan telefonum benim uyumamı istemiyordu. Cebimden çıkarıp ekrana baktım. Yabancı bir numaraydı.

"Kim?" diye sordu Alan.

"Bilmiyorum. İsim yazmıyor ki."dedim ve telefonu açtım.

"Alo?"

"Bridget Walls'la mı görüşüyorum?" dedi tanımadığım bir erkek sesi.

"Evet, benim."diye onayladım.

"Andrew Johnson'u da tanıyorsunuz o zaman?"

"Evet bir şey mi oldu?" dedim kaşlarımı çatarak. Alan da dikkatle beni izliyordu.

"Bir kaza olmuş. Arabası uçurumdan aşağı yuvarlanmış."

"Ölmüş... Ölmüş mü?"dedim kekeleyerek. Beklediğim bir haber değildi. Karşıdaki adam bir şeyler söyledi ama anlayamadım. Telefonu kapatıp Alan'a baktım.

"Ne oldu?" diye sordu endişeyle.

"Andrew. Galiba ölmüş."

BÜYÜK OYUN (Düzenleniyor)Where stories live. Discover now