Memories

92 4 0
                                    

31.12.2017 Pazar

Yılbaşı günü taşınmanın doğru bir karar olmadığı ortaya çıkmıştı.
Bomboş evin orta yerinde dikilmiş ve ellerimi belime yerleştirmiş bir halde yıpranmış döşemeye bakmak kutlama için ne yapacağını düşünmekten şüphesiz daha az eğlenceliydi.Gerçi benim de kutlama yapmak gibi bir niyetim yoktu.

Evdeki hemen hemen bütün eşyaları satmıştım ve eşyalarımı yerleştirdiğim kutuları da yeni kiraladığım tek odalı stüdyo daireye aktarmıştım.Şimdiyse ayrılmadan önceki son saatlerimi evin çeşitli bölümlerine gözlerimi dikerek geçiriyordum.

Hiçbir zaman yeniliğe açık biri olmamıştım.Yine de sıfırdan başlama fikri bana çok da uzak bir kavram gibi gelmiyordu artık.Tek sorun anıları da bırakıyor ya da satıyor gibi hissetmemdi.

Yaptığımın deliliğe kaymaya başladığını düşünerek, aslında son dokuz aydır olduğu gibi, yere serdiğim kalın battaniyeye çöktüm.Yanımda götüreceğim son eşyalar bu battaniye ve üstünde duran roman olacaktı.Aklımı meşgul etmek için romanı elime aldım ama beynim durmadan konuşuyor gibiydi ve kulaklarımın aslında duymadığı bir gürültüye şahitlik ediyormuşum gibi her satırı beş kez okuyordum.

Sıkıntıyla koca bir hava kütlesini dışarı bırakıp uzandım ve bacaklarımı kendime çekip gözlerimi yumdum.İtiraf etmek istemediğim bir şekilde yanımda birilerinin varlığını hissetmeyi çok istiyordum.

Kapı çaldığında açıp açmamak arasında bir süre bocaladım.Evime gelecek pek insan yoktu ve gelebilecek insanlar da artık hayatımda değildi.Bir süre bekledim ama kapı ikinci kez çalınınca gözlerimi devirip zorla ayağa kalktım ve bu kapıyı birilerine son aralayışım olduğunu düşünmemeye çalışarak gelen kişiye baktım.

Mali-Koa Hood yaşanan her şeyden sonra burada, kapımdaydı ve kalbim yine tuhaf bir acıyla çarpmaya başlamıştı.Yeni bir tartışma için yorgundum bu yüzden boş bakışlarımı ona dikip sessiz kaldım.

İçeri davet etmediğim için buruşan yüzü bedenimin ardındaki bomboş evi gördüğünde sarardı.Ne yapacağımı bilemeden dikildim.Size değer verdiğini bildiğiniz ama artık affedemeyeceğinizden emin olduğunuz birine nasıl davranmalıydınız ki?

Sessizliği bozan o oldu.Neler olduğunu sordu ve anladım ki Michael kimseye bunun hakkında tek kelime etmemişti.Eninde sonunda herkes bunu öğrenecekti ama en azından bu defa güvenimi sarsacak bir harekette bulunmaması içten içe ürpertti beni.

Düşündüğüm şeyleri bırakıp bir cevap aradım ve zaten her şey oldukça netti.Yüzünde pişmanlığı gördüm.Artık görmeye alıştığım bir ifadeydi bu.Bir anlamı bile yoktu.

Sessiz damlalar yüzünde tuzlu hatlar çizerken ayaklarımı izledim.Kimsenin ağlamasını görmek istemedim, kimsenin üzülmesini ve kimsenin beni düşünmesini de istemedim.Onları hem istiyor hem de istemiyordum.Sevgi ve nefret içimdeki iki üvey kardeş gibiydi.

Dudaklarını araladı ama ne diyeceğini duymak istemedim.Bu bezginlik hali tüm varlığımı kaplıyor ve yaşamaktan soğutuyordu beni.

Söylemek istediğim her şeyi tek bir hoşçakal ile noktalamak tam da bana göreydi.Ona sarılmak ve özür dilemek istedim, kardeşini öldürdüğüm için özür dilemek ve beni öldürmesini haykırmak.Çünkü ben yapamıyordum.Asla o kadar cesur olamayacaktım.

Okuduğum bir romanın içinde olsaydım... Onsuz asla yaşayamayacağıma yemin ettiğim sevgilimi başka bir adamın kollarında ansaydım ya da ona katılmaya karar verseydim... Her şey ne kolay olurdu.Asıl zor olan onsuz yaşamaya katlanmaktı.Onun için çekebileceğim en büyük acı buydu ve ben bunu ona borçluydum.

Yeniden bir ağlama nöbeti geçirmek istemedim.Davranışlarımı daha kontrollü gerçekleştirmek ve Calum'a yakışacak bir hayat sürmek istiyordum, iki hayatı kapsayacak kadar dolu bir hayat.Bu yüzden yüzümü yıkadım ve acıyla birleşince,  gören insanlarda neredeyse acıma uyandıracak kadar rezil hale gelen bir gülümsemeye hayat vermeye çalıştım.

Sanırım geceye kadar uyur uyanık bir halde yerde dönüp durdum çünkü ya içim geçiyordu ve sıçrıyordum ya da gözlerimi camdan gözüken gökyüzüne dikerek bekliyordum.

Evin bana iyi gelmediğini anlamak biraz zamanımı aldı.Calum'a da çok söylediğim gibi bu ev bana pek iyi gelmiyordu çünkü güneş ışığını neredeyse hiç almıyordu.Neyse ki yeni kiraladığım ev daha küçük olsa da daha aydınlıktı.

Yakında bozulacağının sinyallerini veren telefonumun dijital saati gece yarısına yaklaştığımızı gösterirken öylece dışarı çıktım ve kapının önüne çöküp ışığı yanan evlere baktım.Sokakta tek tük insan vardı, çoğu evine ve ailesine bir an önce  ulaşmaya çalışıyordu.

Calum'la çok sayıda yılbaşı geçirmiştik birlikte.Onların evi benim için bir cazibe noktası haline gelirdi o hafta.Pişirilen kurabiyeler, çam ağacı, hediyeler... Evleri şenlik yeri gibi olurdu.Calum ve Mali bunu sevmelerine rağmen evde bir hafta boyu süren kargaşadan usanırlardı.Çok şanslı olduklarını düşünürdüm çünkü üvey annemle aramızda hiçbir bağ yoktu.Yani o günü birlikte geçirmemiz için bir neden de yoktu.Bana evde kalmamı tembihleyip çıkardı ve her seferinde Calum evden kaçmamda bana yardımcı olurdu.

Joy ve David evden kaçtığımı bilmelerine rağmen tek kelime etmeden beni masaya oturtur ve ilgilenirlerdi.Sonra üvey annem adamın birinin arabasında can çekişerek öldü ve David de aramızdan ayrıldı.Calum'un babasının ölümü bile daha sarsıcıydı.

Eski anılara dalmanın getirdiği tuhaf hisle iç çektim.Gerçekten Calum'un içinde olmadığı mutlu bir anım bile yoktu.Beni ona sevgiden daha çok bağlayan şeylerden biriydi bu.

O kadar dalmıştım ki önümden geçerken bana el sallayan Jane'i bile görmemiştim.Kaşlarını çatıp yanıma geldi, iyi olup olmadığımı sordu.Her şey yolundaydı sanırım.Böylece soru sormayı kesip saate baktı.İşten o kadar geç çıkmıştı ki eve zamanında varması imkansızdı.O yılbaşını kapımın önünde kol kola oturup havaifişekleri izleyerek geçirdik.Ve bir daha hiçbir yılbaşını bu kadar umutsuzluk içinde geçirmedim.Ona verdiğim sözü tuttum.

Too Bad At GoodBye's // c.h.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin